Hindistan’da 2014 yılından beridir Hindu milliyetçisi bir sağ parti olan BJP'den(Bharatiya Janata Parti) Narendra Modi başbakan olarak görev yapıyor. Günümüzde Hindistan nüfusunun yarısından fazlası BJP kontrolündeki eyaletlerde yaşıyor. Onlara karşı direnen eyaletlerin ise çoğu doğudaki Komünist Parti eyaletleri. Fakat son birkaç eyalet seçiminde yıkılmaz denilen Komünist kaleler bile düşmeye başladı.
1947’de bağımsızlık mücadelesinin öncülüğünü yapan Mahatma Gandhi ve Jawaharlal Nehru’nun Kongre Partisi ülke siyasetinde yıllardır başat aktördü. 2014 yılındaki seçimlerde başbakanlığı BJP’ye teslim eden parti, eyaletlerde de ciddi kayıplar yaşadı. Görünen o ki bundan sonra da eski gücüne kavuşamayacak. Kongre Partisi BJP’ye ters olarak sürekli Hindistan’ın kültürel, etnik ve dini çeşitliliğine övgüler düzen bir liberal partiydi. BJP ise “Hindistan Hindularındır” ve “tek millet, tek kültür, tek din, tek dil” sloganlarını açık açık hiç çekinmeden kullanan bir yapının siyasi kolu.
BJP’nin bu yükselişinde kuşkusuz Modi’nin karizması oldukça etkili fakat Hindu milliyetçiliğinin yükselişi daha da önemli. Çünkü Modi bütün milliyetçileri yerel ittifaklarla BJP arkasında birleştirmeyi başardığı için öne çıktı. Tabi ki 12 yıl yönettiği Gujarat eyaletinde gösterdiği ekonomik performansta unutulmamalı.
BJP 1980’de Rashtriya Swayam Sewak Sangh(RSS) adlı aşırı sağcı bir örgütün siyasi kolu olarak kurulmuştu. RSS ise Faşizmin oldukça revaçta olduğu 1920’li yılların ortasında 1925’te kurulan ve o zamandan bu yana Hindistan’da terör estiren bir yapı. RSS, Hindu milliyetçisi bir hareket ve Hindutva yani ‘Hindu olma’ ideolojisiyle yanıp tutuşuyor. Hindistan’ın asli unsurlarının Hindu dinine mensup kişilerden oluştuğunu iddia ediyorlar. RSS, İngiliz sömürge dönemiyle birlikte 400 yıllık Müslüman Mughal hakimiyetini de işgal dönemi olarak anlatıyor. RSS militanları Müslümanlara karşı fazla toleranslı buldukları Mahatma Gandhi’nin 1948’deki suikastından da sorumlular.
RSS’nin Hindutva ideolojisi için en büyük tehdit olarak gördüğü 3 kitle var. Bunlar Komünistler, Müslümanlar ve Hristiyanlar. Bunun dışında Budistler, Jainistler, Sihler veya diğer dini gruplar fazla büyük nüfusa sahip olmadıkları için onların dikkatini pek çekmiyorlar. Zaten hali hazırda Hindistan’da devlete karşı silahlı faaliyet gösteren örgütlerin hepsi ya Komünizm ya İsevilik yada İslam endeksli yapılanmalar.
Ömrü boyunca RSS’in aktif bir üyesi olan Narendra Modi 2001’de Gujarat eyaletinin başbakanı seçiliyor ve 2013’e kadar görevde kalıyor. 2002’de ise Gujarat’ta Hindistan tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşanıyor. Bir Hinduist dini töreninden trenle evlerine dönen 58 Hindu yolcu vagonların içinde canlı canlı yakılıyor. Polis, treni bölgedeki Müslümanların yaktığını, Pakistan’ı ima ederek dış güçlerin de karışmış olabileceğini iddia ediyor. Bunun üzerine haftalarca eyaletteki Hindu milisler tarafından binlerce Müslüman’a yönelik linç ve katliamlar düzenleniyor. Canlı yakılmalar, tecavüzler, kılıçtan geçirmeler ve niceleri. En az bin kişi hayatını kaybediyor ve on binlerce insan yerinden ediliyor. Modi dahil, güvenlik ve idari görevlilerden kimse müdahale etmiyor, orada hedef olan insanlar korku içinde başına gelecekleri bekliyorlar. Tıpkı Nazi Almanya’sındaki “Kristal gece” olayı gibi.
Modi’nin sicilinde birde başbakan seçildiği 2014’te meydana gelen Assam ve Andra Pradeş saldırıları var. Bu olaylarda Modi’nin “Müslümanlar Bangladeş’ten gelen yasadışı göçmenlerdir” ifadelerini kullanmasının ardından gerçekleşmişti. Hindu faşistler artık iktidar gücünün kendi yanlarında olduğu bilinciyle cesaret alarak Müslüman köylerine baskınlar düzenliyorlardı.
Modi, başbakanlığa seçildiğinden beri daha kapsayıcı bir dil kullansa da Modi dönemi, Hindistan’da ciddi ifade özgürlüğü ihlalleri, sansür uygulamaları ve üniversitelere müdahalelere sahne oluyor. Hindutva ideolojisini sorgulayanlar, dini azınlıklara yapılan ihlallere dikkat çekenler, hiyerarşik kast düzenine itiraz edenler, vahşi kapitalizme dur diyenler ve adil bir ekonomik düzen isteyenler ‘ulusal çıkarlara’ aykırılıkla suçlanıp anti-milli, komünist yada terörist ilan ediliyor ve kalkınma adına çevre katlini onaylayan projelere karşı çıkan aktivistlerin seyahat ve ifade özgürlükleri kısıtlanıyor. Yani dünyanın en kalabalık demokratik ülkesi yavaş ve emin adımlarla Faşizmin eline geçiyor ve bu durum sadece Güney Asya değil tüm dünya için büyük bir tehdit. Fakat kimsenin elinden bu gidişatı engellemek için bir şey gelmiyor. Çünkü kimse dünyanın en kalabalık, sanayi üretiminde Çin'i bile geride bırakmak üzere olan, ekonomik büyüklük olarak dünyada 5. ve yakın zamanda 3. olması beklenen, askeri anlamda dünyanın en güçlü 4. ordusuna sahip bir ülkeyi karşısına almak istemiyor.
Sürekli Sinema ve edebiyat alanında bağımsızlık öncesi İngiliz yönetimi kötülenirken bir yandanda İngilizler öncesi Müslüman hakimiyet dönemi kötüleniyor. Elbette Hindistan’da Evrengzib gibi, Firuz Halaci gibi ve Tipu Sultan gibi Hindular için büyük acılara sebep olmuş Müslüman liderler çok ama onların gericiliğine cevap olarak faşizm ortaya konulacaksa bu aralarında hiçbir fark olmadığını gösterecek ve insanları kendinden soğutacak, böylece Hindistan kültürel etkisini yumuşak gücünü kaybedecek.
Hadi Nazilerin elinde Nükleer güç ve yeterli insan kaynağı yoktu ve doğal olarak başarılı olamadılar, bu Naziler için kaçınılmaz bir şeydi. Peki ya Hindistan? Hem Nükleer güçleri var hemde İnsan kaynakları konusunda dünyanın en avantajlı ülkesi durumundalar. Hatta toplam nüfusta yeni önüne geçtikleri Çin’den çok daha fazla avantajlılar çünkü Çin nüfusunun yaş ortalaması Hindistan’dan oldukça yüksek ve Hindistan'da doğurganlık oranları dünya ortalamasının altında olsa bile Çin'den daha yüksek. Yani Hindistan hem kalabalık Hem genç hemde militarize edilmiş bir nüfusa sahip. Buda onu demografik açıdan dünyanın en güçlü ülkesi yapıyor.
Dünyanın en kalabalık ve elinde atom bombaları olan Faşist bir ülke doğuşuna tanıklık ediyoruz. Zaten 2 kutuplu dünyada kutupların sayısı giderek artarken şimdi de bunlara çok daha güçlü bir kutup ekleniyor. Kendi sınırları içinde seri katliamlar düzenlense, kim çıkıpta Nükleer silahları olan kalabalık bir ülkeye rest çekip bunu engellemeye cesaret edebilir ki?