Budizm, bir zamanlar dünya da en fazla mensubu olan dindi. Bu aslında çok şaşırtıcı bir durum değil çünkü; Önemli bir kısmı Budist olan Çin’in nüfusu zaten 1800’lü yıllara kadar dünyanın üçte birinden fazlası ediyordu, bakmayın şimdi beşte bir olduğuna o dönemden bu yana Çin çok şey yaşadı. Afyon savaşları(1839-1860), Çin devrimi(1911), iç savaş(1927-1950), Japon işgali(1937-1945), komünist dönem(1949-1976), tek çocuk politikası, şehirleşme gibi etkenler çin nüfusunun dünya da ki oranını oldukça etkiledi. Zaten iki yıl önce Çinli yetkililer tek çocuk politikası sayesinde 400 milyon doğumun önlendiğini belirttiler. Eğer Çin bugün 400 milyon daha fazla olsaydı dünyanın beşte biri değil dörtte biri olurdu. Sadece Çin bile yeterli olsa da onlar dışında Moğolistan’dan Tibetlere, Tayland’tan Kore’ye, Vietnam’dan Filipinler’e, Malaylar’dan Burma’ya, hatta Hindistan da bile Budizm çok güçlüydü. Bu diyarlar günümüzde de olduğu gibi o zamanlarda da dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu daha da fazlasıyla taşıyordu.
Budist rahipler için bir zamanlar zirvede iken şimdi 4. sıraya gerilemek kolay bir psikoloji olmasa gerek. Myanmar da yaşayan bir Budist rahip Müslümanlar için şöyle diyor, “onlarla yaptığınız her alışveriş onların güçlenmesine ve kadınlarımızla evlenip onları zorla Müslüman yapıp çoğalmalarına sebep oluyor. Topraklarımızı ele geçirmeye ve bizi yok etmeye çalışıyorlar”.
Psikoloji de korku ve köşeye sıkışmışlık hissinin saldırganlığa sebebiyet verdiği söylenir. İşte Budist rahipler tamda bu psikolojiye sahipler. Çünkü onlar için son 200 yıl çok kötü geçti. Çin'deki afyon savaşları, Avrupalı güçlerin sömürgeci faaliyetleri, iki büyük dünya savaşı, soğuk savaş, batılı misyonerlik, komünizm gibi etkenler uzak doğuyu başka hiçbir yerde olmayacak şekilde etkiledi.
Çok geriye gitmeden sadece son 85 yıla bakacak olursak bazı başlangıçların oluşturduğu olumsuz etkilerin Budist toplumlar açısından ne kadar sarsıcı olduğunu anlayabiliriz. 1937 yılında Japonya’nın Çin’i işgal etmesiyle beraber Japonların soykırımı başladı. Ardından yeni işgallerle Budist ülkeleri zapt edip uyguladığı soykırımlar ve Japonların gidişinden sonra bu seferde sömürge güçlerine karşı yaşanan bağımsızlık mücadeleleri, ardından da soğuk savaşın getirdiği kavgalar oldukça dramatik sonuçlar doğurdu.
Özellikle de soğuk savaş en çokta bu bölgeyi etkiledi. En çokta Çin’de yaşanan komünist devrim sonucunda Budizm bu ülkede yok olmaya başladı. Zaten Budizm’in nüfusundaki düşüşün en önemli etkisi de Çin’deki Devlet Ateizmi olmuştu. Aynı durumu Kuzey Kore'de, Laos’ta, Vietnam’da da gördük. Soğuk savaşın getirdiği yıkıcı savaşlar ve devrimler Budizm için çok kötü oldu.
Bunun dışında insanların gündeminin farklı olması sonucu oluşan yozlaşma başta Güney Kore, Tayland ve Tayvan olmak üzre başka Budist ülkeleri de etkiledi. Çoğunluğu Şinto olsa da kuvvetli bir Budist azınlığın bulunduğu Japonya'da bile artık dini değerlerden eser yok. Bu ülkelerde yaşayan insanlar kamuoyu araştırmaların da dinin gündelik hayatlarında hiçbir etkisinin olmadığını açıkça ifade ediyorlar. Bu yozlaşma kapitalizm yüzünden mi, yoksa savaşlardan dolayı mı oldu, yoksa teknolojiden mi? Bilemiyorum.
Çin, Hindistan, Endonezya, Malezya, Kore, Tayvan gibi ülkelerdeki misyonerlikte ayrı bir konu. 52 milyon nüfuslu Güney Kore'de 15 milyona yakın Hristiyan bir grup oluştu. Üstelik bu durum çok kısa bir süreçte yaşandı. Güney Kore şimdilerde dünyanın Protestan misyonerlik okullarının merkezi ve ABD’den sonra dünyada en çok misyoner yetiştirip onları dünya’ya dağıtan ülke konumunda. Güney Kore'deki kadar olmasa da Hindistan ve Çin’de de Hristiyan misyonerler oldukça başarılı. Çin'de genelde yakalandıklarında idam edilseler de bir türlü bu misyonerliklerinden vazgeçmiyorlar. Hindistan, Tayvan, Güney Kore, Japonya, Tayland gibi ülkelerse ABD ile olan iyi ilişkilerinden olsa gerek bu duruma ses etmiyorlar.
Endonezya ve Malezya'da ise Budist azınlıklara karşı bu politika Müslümanlar tarafından uygulanıyor ama bu ülkelerde yaşanan kanlı soykırımlardan dolayı olsa gerek Budist azınlıklar çoğunluklardan soğumuş olduklarından pek islama yanaşmıyorlar.
Komünist devrimlerin yaşandığı ve halen bazı komünist partilerin iktidarda olduğu ülkelerde de durum pek farklı değil. Örneğin Çin’in Tibet’te veya diğer Kore, Vietnam, Laos gibi devrim ülkelerinde de Budist rahiplerin durumu içler acısı. Geçmişte de komünizm tecrübesi yaşamış Kamboçya, Moğolistan, SSCB gibi ülkelerdeki Budist rahiplerin de durumu şuan ki Vietnam, Laos, Çin ve Kuzey Kore’den hiç farklı değildi.
İşte bunlar Budist rahiplerin artan saldırganlığının kökeninin özeti. Budizm normalde insanları oldukça dizginleştiren, iyiliğe teşvik eden ve huzur veren bir inanç olarak bilinir ama bahsettiğimiz yozlaşmalar bunu ortadan kaldırmış durumda.
Budist rahiplerin korku ve çaresizliğinin kaynaklarını anladığımıza göre şimdi bu geçmişin bölgede ki Müslüman azınlıkların Budist çoğunlukla yaşadığı gerilimlere etkisine bir bakalım.
Bölgede şiddet sarmalında olan bir sürü Müslüman azınlık var. Bazıları isyanı kendi başlatmış bazıları ise savunma pozisyonun da. Keşmir(Hindistan), Doğu Türkistan(Çin), Moro(Filipinler), Patani(Tayland), Arakan(Myanmar), Sri Lanka gibi. Çin her ne kadar halen en çok Budist’in yaşadığı ülke olsa da artık eskisi gibi Budizm’in kalesi değil aksine Mao Zedong yüzünden Anti-Budizm’in kalesi olmuş durumda, Filipinler Katolik, Hindistan adı üstünde Hinduların ülkesi. Yani bunlardan üç tanesi Budistlerle ilgili olduğundan ben Patani, Arakan ve Sri Lanka’dan bahsedeceğim.
Resmi adıyla Myanmar Birliği Cumhuriyeti yada bilinen adıyla Burma yada Birmanya. Bu ülke de 1962 yılından beridir askeri cunta iş başında.
Japonlar İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birmanya’dan çıkınca ülkedeki Rohingya halkı İslami ve milli devletlerini kurmak amacıyla 1948’de Arakan'da faaliyetlere giriştiler. Bunun sonucu olarak yaşanan çatışmalardan dolayı pek çok Rohingyalı Bangladeş topraklarına sürgün edildi. Geri dönenleri ise hükumet kaçak girenler olarak niteleyip vatandaşlık vermeyi reddetti. 1989-1991 yıllarındaki çatışmalar yüzünden tekrar Rohingyalar yollara düştüler ve 250.000 tanesi Bangladeş’in yolunu tuttular. 1992 de BM baskısı sonucu Arakan’a geri dönmelerine izin verildi. Ancak sonrasında yine Bangladeş'e gitmeye sebep olacak çatışmalar yaşandı.
Rohingyalar 1 milyon nüfuslu bir halk ve çoğunluğu Myanmar’ın Arakan bölgesinde yaşıyordu. Bir kısmı da Bangladeş’teydi. Özellikle 2012 yılında ki ayaklanmalardan sonra baskı iyice artmış 2016-2017'de ise zirve yapmıştı. Fakat Myanmar'da 2 milyon Müslüman yaşıyor ve diğer 1 milyonluk Müslüman nüfus Rohingyalar gibi baskı görmüyorlar. Bu yüzden burada yaşanan çatışmaların dışarıdan yanlış görüldüğünü düşünmekteyim. Ülkedeki Müslümanların yarısını oluşturan Rohingya halkının hedef tahtasında olmasının sebebi geçmişteki kan davasıdır. Çünkü 1948 yılında başlatılan ayrı bir devlet kurma girişimi toplum tarafından ayrılıkçı bir hareket olarak görülüyor.
Myanmar bir ulus devlet değil, zaten resmi adı bu yüzden Myanmar Birliği Cumhuriyeti. Ülkedeki en büyük isyansa sanıldığı gibi Batı sınırında bulunan Arakan'daki Müslüman Rohingya isyanı değil, Ülkenin doğusundaki Rambo 4 filmine de konu olan Hristiyan Karen isyanıdır, 2. büyük isyansa Kuzey'deki Çinli azınlık isyanıdır. Müslüman rohingyalar 3. sırada gelir. Ama bizim buralarda iç savaşın sadece müslüman cephesi ilgi konusu olduğu için diğer 2 büyük cepheden söz edilmiyor.
Bangladeş’e gelirsek onların Rohingyaları ülkelerine almak istememelerinin pek çok sebebi var. En başta ülke yoksul bir kalabalığın sıkış tıkış yaşadığı ufak bir yer. Zaten hükumetin insanları kontrol etmekte güçlük çektiği bir ortamda yeni bir kontrolsüz göç dalgasıyla uğraşmak bu sıkışık ülke için kolay değil. Aslında bırakın Bangladeş’i falan, bölgenin en refah ülkesi olan Malezya’nın hatta bölgede ki Müslümanların lideri olarak görülen Endonezya‘nın bile Müslüman kardeşlerimiz dedikleri Arakanlılara kapısını açtığı olmuyor. Fakat bütün bu umursamazlığa rağmen halen Arakan’dan alelacele kaçan mülteci tekneleri hala bir umut diyerek kendilerini Malezya ve Endonezya’nın kurtarmasını bekliyor ama o tekneler denizin ortasında kalıyor ve çaresizce bekliyorlar.
Myanmar literatürde çökmüş devlet olarak lanse ediliyor. Çökmüş devlet demek ülkede hakimiyetini yitirmiş ve insanlara varlığını hissettirmekten aciz devlet anlamına geliyor. Ülkede yaşanan bu durum Budist rahiplerin de işini kolaylaştırıyor. Başta da belirttiğimiz psikolojik çöküş onlarında radikalleşip Rohingyalarla olan mücadeleyi bir milli dava haline getirip sahiplenmelerine neden olmuş olacak ki, ordunun adeta milis gücü haline gelmişler ve bu durumdan müthiş bir cesaret alıyorlar. Kendi deyimleriyle Endonezya ve Malezya da ki dindaşlarının intikamını aldıklarını söylüyorlar.
Gelelim Tayland'a...
70 milyon nüfuslu Tayland Krallığında %5 oranında bir Müslüman azınlık yer alıyor. Bu Müslüman nüfusun çoğu Malezya sınırındaki Patani bölgesinde yaşıyor.
Etnik taylar Tayland nüfusunun dörtte üçüne ve en büyük azınlık olan Çin ulusu beşte birine yakın bir oran teşkil ediyorlar. Geri kalan nüfus ise ağırlıklı olarak Khmer, Lao, Karen ve Malaylardan oluşuyor. Bahsettiğim Müslüman nüfus genel olarak Malaylardan oluşuyor.
Patani'deki Tayland hakimiyeti ise 1902 yılından bu yana sürüyor ve 2004 yılından bu yana hissedilen bir çatışma durumu var. Resmi rakamlara göre 6500 kişi çatışmalarda öldü ve 16 binden fazla kişide yaralandı ancak Patani Birleşik Halk Kurtuluş Cephesine göre 2004'ten bu yana her ay 200 kişi öldürülüyor. Yani onlara göre ölü rakamları 6500’den kat kat daha fazla. Bölgedeki en büyük iki örgüt ise Patani Birleşik Halk Cephesi ve Patani Birleşik Kurtuluş Örgütü. Çoğunun adı birbirine benziyor, zaten mücadeleleri de aynı amaç doğrultusunda. Burada 12 tane silahlı mücadele yürüten örgüt bulunuyor.
Patani bölgesi ağırlıkla Malaylardan oluşuyor ve Malezya sınırında olduğu için olası bir Tayland-Malezya savaşına sebep olmasından dolayı korkuluyor. Tabi ki Malezya gibi 30 milyonluk bir ülkenin kendisinden 2,5 kat daha kalabalık Tayland ve dostlarına yaptırım gücü yok. Zaten Malezya’nın mevcut nüfusunun da hepsi Malay değil, çünkü ülkede üçte bir oranında Çinli ve onda bir civarında Hintli ve Malay olmayan çeşitli yerli kabileler bulunuyor, ülkenin yarısı eden Malayların olası bir savaşta kendi etnik komşularıyla da uğraşması büyük bir ihtimal dahilinde olduğundan Patani halkının umut ettiği Malezya askeri desteğini görebilmesi çok zor. Özellikle Malezya'daki dini azınlıkların baskı gördüklerini düşünürsek ufacık bir kıvılcım, onların isyanına da neden olabilir. Çünkü Malezya’nın %60’ı Müslüman olsa da pek çok yerli kabile hükumetin sağladığı kamu istihdamını elde edebilmek ve ekonomik avantajları kazanmak için Müslüman oluyor. Bunun dışında %20 Budist, %10 Hristiyan, %7 Hindu ve diğer uzak doğu dinlerine tabi olan geniş bir yerli kesimi hesaba katarsak Malezya'nın birliği pamuk ipliğine bağlı olan çok heterojen bir ülke. İşin özeti Patani halkının Malezya’dan beklentileri ancak hayal kırıklıkları ile sonuçlanacaktır. Malezya da bunun farkında olsa gerek pek sert çıkışlar yapmıyor ve sadece çözümün barış masasında olduğunu söylemekle yetiniyor ve tıpkı Filipinler'deki Moro sorunu gibi burda da ara buluculuk yapmaya çalışıyor.
Son durak Sri Lanka...
1972’den önce adı Seylan olan şimdi de resmi adıyla Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti denen bu 22 milyonluk ülke 1976-2009 yılları arasında oldukça kanlı bir iç savaş yaşadı. Bu iç savaş adadaki iki etnik grup arasında yaşanıyordu. Nüfusun beşte birine yakın yer kaplayan bir Hint halkı olan Tamiller ada da Tamillerin kendi devletini kurması için Seylanlara karşı savaştı. İsyancı Tamiller aynı zamanda intihar eylemcilerinin giydiği bomba yeleğini icat etmesi ve etkin olarak kullanmasıyla bilinir. Yani günümüzde terör örgütlerinin sıkça başvurduğu intihar eylemleri onlar sayesinde meşhur oldu ve benimsendi.
Adanın dörtte üçü eden Seylan halkı genelde Budist. Tamil halkı ise tabiki bir Hint halkı olarak Hindu inancına mensuplar ama içlerinde az miktarda Hristiyan ve Müslüman olanlar var. Ülkenin %70’i Budist iken, Hindular %15, Müslümanlar %7 ve Hristiyanlar %6 civarındalar. Hristiyanlar her iki etnik cenahta da yakın oranda yer alsa da Müslümanlar da Tamillik daha sık rastlanıyor.
İç savaş ırki bir savaş olduğu için bütün dini grupların içinden savaşa dahil olanlar oluyordu ama savaş sırasında Müslümanlar pek faal olmadılar. Sadece bir kısım emir altındakiler Seylanlar için ve görece daha fazla bir kesimse Tamil Kaplanlarının baskısı nedeniyle veya milliyetçilikten Tamil kaplanları safında savaştı. 23 yıl gibi uzun süren bir savaş bütün bir ülkeyi perişan etse de savaşta en az yer alan Müslümanlar, bu sayede savaştan en az etkilenenler olmuşlardı. Bu durum onların diğer dini gruplara kıyasen ekonomik açıdan görece daha yüksekte olmalarına sebep oldu. Bu ekonomik üstünlüğün oluşması her halde Budist rahiplerin dikkatini çekmiş olsa gerek, tıpkı Myanmar'daki meslektaşları gibi Müslümanlar için “Endonezya ve Suudi Arabistan tarafından destekleniyor, onlardan para alıyorlar” diyorlar.
Seylan'daki Budist rahiplerin ortak şikayeti, dışarıya fark ettirmemeye çalışsalar da cemaatlerinin azalıyor oluşu. Müslüman cemaatler ise ekonomik üstünlükleri sayesinde daha rahat ve geniş faaliyet alanı yaratabiliyorlar ve bu durum cemaatleri yani gelirleri azalan Budist cemaatlerin onları hedef tahtasına sokmalarına neden olmuş durumda olsa gerek, aşırı milliyetçi bir grup olan Sinhala Echo üyesi bir budist keşiş, bu durum hakkında Müslümanların Budistleri dinlerinden çevirttikleri, çok sayıda cami inşa ettikleri ve daha çok çocuk sahibi oldukları için kendini tehdit altında hissettiğini belirtmiş ve şöyle demiştir, “Dünya’ya bakın: Malezya, Endonezya, Pakistan, Afganistan hep Budist ülkelerdi. Fakat Müslümanlar Budist kültürü yok ederek ülkeleri ele geçirdiler. Burada da aynı şeyi planladıklarından endişe ediyoruz.” diyor. Bu ifade ilk paragraflarda belirtmeye çalıştığım köşeye sıkışmışlık ve var olma mücadelesi duygularını resmeder nitelikte aslında.
Sri Lanka'daki Müslümanlar sadece Müslüman veya çoğunlukla Tamil olmalarından dolayı değil bundan ziyade uzun süren savaşın getirdiği ve halkı patlama noktasına getiren fakirliğin oluşturduğu yağmalama ihtiyacını karşılayan cemaatlere sahip olduklarından da hedefteler. Güney Asya'da oldukça etkin olan Cemaat-i İslami Örgütü bu adada son derece aktif.
Bu konuda Siyasal bilimci ve eski Sri Lankalı diplomat Dayan Jaatilleke Müslüman karşıtlığının 2009’da oluştuğunu söylüyor ve ekliyor, “Sivil savaş bittiğinde Seylanlılar etrafa şöyle bir baktılar ve iki büyük topluluk birbirini linç ederken Müslümanların barış içinde hayatlarını devam ettirip refah düzeylerini artırdıklarını gördüler. Gördükleri daha fazla cami, mağaza ve iyi eğitimli genç Müslümanlardı. Bu değişen profilin ardından saldıracak hedef olarak Müslümanları seçtiler.” diyor.