“NEREYE GİDİYORSUNUZ?”
Kur’an-ı Kerim, yerine göre bir ayetle, yerine göre de ayetler dizisiyle bizlere ibretlik sahneler sunuyor. Müslümanlar olarak bizler bunları bir kavrayabilsek ya?
Meselâ; (bir örnek olarak) “Tekvir” suresinin son bölümüne baktığımızda görürüz ki; yüce Allah, Kuran’ın diğer pek çok âyetlerinde olduğu gibi; gökteki yıldızlara, yerdeki canlılara, geceye, sabaha yemin ediyor ve doğruluktan şaşmayan bir melekle Kuran’ın gönderildiğini, onun sağlam bir haber olduğunu söylüyor. (Tekvir; 15-19)
Sonra Onu insanlara tebliğ eden peygamber’e uymayıp kendi kısır akıllarınca yaşamaya devam edenlere hitaben “Bu Kuran’ı size ileten kişi; deli değildir.” (Tekvir; 22) “Bu Kur’an da bir şeytan sözü değildir” (Tekvir; 25) hatırlatmasını yaptıktan sonra, ona inanmayanlara veya inanıyor gibi görünüp de alışageldikleri âdetlerden bir türlü kopamayanlara bir şamar indirircesine; (fe eyne tezhebûn) buyuruyor. Nereye çarpacağı belli olmayan frensiz bir araç gibi, bu hâlinizle böylece siz “NEREYE GİDİYORSUNUZ” (Tekvir; 26) diye soruyor.
En sonunda da “Doğru yolda yaşayıp yaşamamak bizim bileceğimiz iştir gibi düşüncelere kapılıp her şeyi kendi iradenize bağlamayın sakın” anlamında “Bilin ki; Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemez, bir şey de yapamazsınız” (Tekvir; 29) hatırlatmasını yapıyor.
Aziz dostlar!
Bizlere yöneltilen yüce Allah’ın emirleriyle kendi yaşantımızı karşılaştırarak düşünüp kendi sonumuzu kendi kendimize soralım ve aklımız erdiği kadar cevap vermeye çalışalım:
Bu hayat tarzımızla biz nereye gidiyoruz? Bu anlayışımızla bizim sonumuz ne olacak?
Yüce Allah da bize ve bizim gibilere aynı soruyu soruyor: “Siz ne yaptığınızın farkında mısınız? Bu gidişle nereye gidiyorsunuz?”
* Yüce Allah Hz. Peygamber’i (s.a.s);
* İtaat edilen (Nisa; 64)
* Bir elçi, (Bakara; 119)
* Bir tebliğci, (Nisa; 79)
* Bir müjdeci ve bütün insanlığa uyarıcı, (İsra; 105, Furkan; 56, Ahzap; 54, Sebe'; 28, Fatır; 24, Fetih; 8)
* Bir peygamber olarak gönderdiği halde,
* Bugün toplumumuzda hakkıyla O’nu tanıyanlarımız,
* O’na itaat edenlerimiz,
* O’nun çizdiği yoldan gidenlerimiz,
* Adeta gündüz vakti ışıkla aranır hâle geldi.
* O’nun sözlerine ve yaptıklarına şüphe ile bakılır oldu.
Efendiler! Biz bu çürük inancımızla nereye gidiyoruz? Meselâ;
Yüce Allah, asırlar önce peygamberi dinlemek istemeyen kimselerin şahsında kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlara “Muhammed ölümsüz bir varlık değildir. O sadece diğerleri gibi ölümlü bir elçidir. Şimdi şayet o ölür ya da öldürülürse; siz inancınızdan vazgeçip müşrikler gibi eski çürük inancınıza mı döneceksiniz” (Âl-i İmran; 144) ihtarını yaptığı halde bugün bizler, maalesef sanki Hz. Peygamber’i yok sayarak yaşıyor gibiyiz.
* Toplumsal hayatımız,
* Ahlâkımız,
* Aile yapımız,
* Evlerimiz,
* Çarşılarımız,
* Pazarlarımız,
* Alış veriş şeklimiz,
* Sosyal ilişkilerimiz
* Ve genel yaşantımız Hz. Peygamber’in (s.a.s) çizdiği yoldan çok uzaklarda değil mi?
Bunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. O halde bir düşünelim: Yüce Allah’ın ifadesiyle biz bu hâlimizle nereye gidiyoruz?
Tevrat ve İncil’in insanlar tarafından değiştirildiği gibi Kuran’ın, Kıyamete kadar değişmeyeceği konusuna inanmayanların, “Peygamber Cahiliye Araplarına geldi. Hem Kur’an hem Peygamber, o zamanlarda yaşayanları bağlar. Bizim bu çağımıza ve ihtiyaçlarımıza cevap vermiyor” şeklinde saçmalayanların sayısı, maalesef toplumumuzda çoğalmaya ve ne acıdır ki; bizim bu konuyu hafife alışımızdan dolayı taraftar bulmaya başladı. Hatta Kur’an ve İlâhiyat eğitimi görenlerimiz arasında bile bu tür iddialarda bulunanlar görülmeye başlandı.
Efendiler! Hiç düşündük mü? Bizler, bugün kendi anlayışımızı ve yaşantımızı manevi değerlerden uzak tutmakla, Kuran’ı ve peygamberi on dört asır öncesine hapsederek hayatımızdan çıkarmakla, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zehrine göz yummakla nereye gidiyoruz? Kendimizi hangi uçuruma sürüklüyoruz, farkında mıyız?
Yaşantımızda normal olarak görmeye başladığımız ve âdet hâline getirdiğimiz;
* Yalanlarımızla,
* Aldatmalarımızla,
* Sahtekârlığımızla,
* Fırsatçılığımızla,
* Helâl ve haramı umursamayışımızla,
* Dillere destan sinirliliğimizle,
* Büyük, küçük, hak, hukuk tanımayışımızla,
* Bir ufak menfaat yüzünden birliğimizi, kardeşliğimizi parçalamalarımızla,
* İtibar, şan ve şöhret peşinde koşarken inancımızdan, idealimizden, ilkelerimizden ve ülkümüzden feragat etmelerimizle
* Toplumu “biz” ve “onlar” diye bölüp “onları” düşmanmış gibi dışlamalarımızla,
* Ailemize, öz kardeşlerimize, komşularımıza karşı beslediğimiz nefret duygularımızla,
* Hiç sonu gelmeyecekmiş gibi dünyaya olan bağlılığımızla,
* Karun’u aratmayan açgözlülüğümüzle,
* Firavn’u çağrıştıran zulümlerimizle,
* Ebu Cehil’i bile gerilerde bırakan inadımızla,
* Eski barbarlıkları hortlatan cinayetlerimizle..
Gerçekten biz nereye gidiyoruz? Farkında mıyız?
Maalesef bugün “Ahiret, cehennem ve hesap diye bir şey yoktur. Her şey dünyada olur, dünyada biter” gibi çarpık bir düşünceyle yaşayanlarımız, azımsanamayacak kadar çoktur. Öyle ise;
* Neden hastalanınca ölümden korkuyoruz?
* Cehennem denince neden irkiliyoruz?
* Geçmişlerimiz ve kendimiz için dua ederken neden hep cenneti istiyoruz?
Yüce Allah bize soruyor: Bu anlayışsızlıkla siz nereye gidiyorsunuz?
Biz bunun farkında mıyız?
* Gerçeklere gözlerimizi kapatarak,
* Her gün ölülerimizi âhirete uğurladığımız halde ölümü kendimize yakıştırmayarak,
* Allah’ın emirlerini umursamayarak,
* Şeytanın ve nefsimizin oyuncağı haline gelerek;
Biz nereye gidiyoruz!?
Yüce Allah da, cevabı içinde olan bu soruyu adeta azarlayarak bize soruyor:
Efendiler! Bu akılla, bu anlayışla ya da bu anlayışsızlıkla “fe eyne tezhebûn” sizler “NEREYE GİDİYORSUNUZ” (Tekvir; 26) diyor.
Buna verecek cevabımız var mı?
10.11.2021
Mustafa Varlı