Ayasofya’nın ikinci kez açıldığı gün...

"Bugün 24 Temmuz 2020, Ayasofya’nın ikinci kez açıldığı gün...

Ayasofya’nın ikinci kez açıldığı gün...

Sevgili dostlar geçen yıl bugün için yazdığım yazıyı duygularımıza yeniden tercüman olması bakımından tekrar yayınlıyorum. Bu arada belirtmeliyim ki bu yazıyı bugün tekrar yazamam. Saygılar…

Fotoğraf : Abdullah Kılıç Kültür Tarihçisi

"Bugün 24 Temmuz 2020, Ayasofya’nın ikinci kez açıldığı gün...

Tarihte bazı günler vardır, bir şeylerin değiştiği, iliklerine kadar heyecanların yaşandığı, tarihin yazacağı özel zamanlar. İşte öyle bir gün yaşandı bugün İstanbul’da. Ayasofya camimiz 86 yıllık hasretin ardından yeniden açıldı. Sanki İstanbul yeniden fethedildi. Taşı, toprağı, sokakları, ağaçları kuşları, tarihi binaları, yerdeki karıncaları, gökteki kuşları ve oraları dolduran yüzbinlerce insanımız bugüne şahitlik etti. Millet ne kadar da hasret kalmış geçmişine, değerlerine, köklerine Osmanlı’sına…Onca yıl yok sayılmış olsa da ne kadar özlermiş Ayasofya'sını. 1800’lü yılların başından beri düşman dışardan bizden görünenler içerden yıkmaya çalışsa da hala ayakta olduğunu ne de güzel ortaya koyuyorlar. Bu milletin nizamı alem gücü ve değerleri 300 yıl törpülenmiş haliyle bile hala böyleyse kim bilir dünyaya hükmettiği hakkı galip kıldığı zamanlar nasıldı.

Sabahın ilk ışıklarıyla Suriçi’ne doğru akın başladı. Şehir dışından gelenler çoktan gelmişler o çevrede gecelemişler. Eminönü’nde biriken kalabalıklar saat 10 dan itibaren Sirkeci’deki kontrol noktalarından sahaya alınmaya başladı. Suriçi’nin her yönünden de giriş öyleydi herhalde. Akın akın Ayasofya’ya doğru yürüyüş başladı. Allahım bu ne vakur kalabalık. Kimse kimseyi incitmiyor, öte git diyen bile yok. ellerinde bayrakları gönüllerinde imanları bugün burada bulunmak heyecanıyla can atarak kalkmış ta nerelerden gelmişler. Aralarında aykırı denebilecek, farklı düşecek ne bir kimse ne bir söz ne bir hareket, hiç birşey yok. Herkes tek duygu, tek düşünce, tek ideal yolunda birlekte yürüyor. Bu ne iman, ne aşk…Ahali sessizce hedefe doğru ulaşmaya çalışıyor. Ne kadar Ayasofya meyadanına yaklaşabilirsek orada yerimizi alıp cuma namazını yüzbinlerle birlikte kılıp bu günleri bize gösteren Rabbimize dua edeceğiz. Yukarı çıkan bütün cadde ve sokaklarda akın akın yürüyüş devam ederken İran Konsolosluğu’nun önünden itibaren durdu, çünkü daha ilerisi dolmuştu. Bizden sonra daha aşağılar da dolmuştur. Herkes bulduğu yere bir kağıt veya getirdiği seccadeyi sererek kendine yer bulmaya çalışıyordu. Aralarda sebil su dağıtanlar, kağıt dağıtanlar, birbirine yer gösterenler, gayet edepli bir şekilde yerleşmeler… İdeal birlikteliği böyle birşey herhalde. Herkesin yüzü gülüyor, sevinç içinde herkes kendi hal diliyle çevresine muhabbet dağıtıyor, gözlerin içi pırıl pırıl…

Kadınlar, çocuklar, delikanlılar, yaşlılar, yüzbinlerce insan aynı aşkla aynı ideale doğru yürüyorlar. Dillerde tekbir, gönüllerde aşk, şevk ve sevinç. İşte Osman Yüksel Serdengeçti’nin yüreğini ortaya koyduğu şiirinde adı geçen, Necip Fazıl’ın elbet açılacak diyerek hedef gösterdiği gün bugün… O. Yüksel Serdengeçti Ayasofya şiirinde şöyle seslenmişti.

“......Dindaşlarımızla,

Kanlı göz yaşlarımızla,

Abdest alarak secdelere kapanacağız,

Tekbir ve tehlil sadaları boş kubbelerini yeniden dolduracak

İkinci bir fetih olacak,

Ezanlar bu fethin ilanını,

Ozanlar destanını yazacaklar...........

Bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

Bu olacak Ayasofya,

Bu muhakkak olacak...

İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...

Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,

Ayasofya, belki yarından da yakın!...”

N.Fazıl Kısakürek de yaptığı bir konuşmada şöyle haykırıyordu:

"Gençler! Bugün mü yarın mı bilemem. Fakat Ayasofya açılacak. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilir. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi ağlaya ağlaya üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak.

Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik etmiş sanılan kötülerle, kötülük etmiş sanılan iyilerin gizli dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçirilecek.

Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin kapısını mühürlediği Ayasofya, yine aynı şekilde mühürlemeye yeltenip hiçbir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle beklediği mukaddesatçı Türk gençliğinin kalbine eş açılacak.

Ayasofya'yı artık önüne geçilemez bir sel, bu sel açılacak. Bekleyin gençler. Biraz daha rahmet yağsın. Her yağmurun arkasında bir sel vardır. Hepimiz şöyle diyelim:

‘O selin üzerinde bir saman çöpü olsam daha ne isterim.’

Gençler kayaları biçecek, ormanları tıraş edecek ve betonarmeleri söküp götürecek olan bu sel yakındır."

İşte o gün bugündü...Allahu ekber.

Bugün yüzbinler akın akın Ayasofya’ya aktılar. Durabildikleri yerde durup saf tuttular. Bu tarihi günde ben de varım demek için yerlerini aldılar. Sıcağa ve saatlarce bekleyişe aldırış etmeden duruşlarını gösterdiler. Biz de sonunda sokak aralarından Ayasofya’yı görebilen bir otoparkta kendimize yer bulabildik. Sıcak tepeden vuruyor, herkes bulabildiği birşeyi yere serip oturmuş namazı bekliyor. Çevremizde birçok hanım kardeşimiz de yerini almış. Şu yandaki kadıncağız herhalde bu ortamdan ayrı kalmaya dayanamamış olsa gerek ki çok riskli de olsa biri bebek üç çocuğunu alıp gelmiş. Hemen yanında yaşlı genç birçok hanımefendi. Şu kadın da bugün için ta Norveç’ten gelmiş. Önümdeki amcam yanındakine 1970’lerden beri burası için verdikleri mücadeleyi ve duyduğu özlemi anlatıyor. Yanında başka bir delikanlı da ona sorular soruyor. Heyecanlı bir abi durmadan çekimler yapıp dünyaya bugünü ilan ediyor. Herkesin önünde paylaşmaya hazır suyu, seccadesi ve gönlü…

Sıcağın altında uzun bir bekleyişten sonra nihayet bugün, yani 24 temmuz cuma günü 86 yıl sonra ilk cuma için Ayasofya’nın minarelerinden dünyayı inleten, düşmanları titreten ezan sesleri yükselmeye başladı. Herkesin tüyleri diken diken, içler vecd dolu, gözlerde yaş olarak dışa vuran hasret selleri… Bütün devlet erkanının ve ulemanın içerde olduğunu biliyoruz. Saatlerdir içerden Kuran sesleri gelmişti. Kuran’dan ayetler okunmuş, en son aşri şerifi de devlet başkanımız okumuştu. Allahım bu ne güzel mutluluk; içkinin başından kalkmayan, kendini ve yönettiği insanları yabancılara benzetmeyi marifet sayan, suratları iman yoksunluğundan murdar hale gelmiş, islamdan bir umdeyi ülkesinde uygulamadan kaldırdığı zaman batılılara sevinçle caka satan, ne idüğü belirsiz yönetici tiplerinden; milleti tekrar değerleriyle buluşturmayı görev sayan Ayasofya’yı açmaya vesile olan ve açıldığı gün Kuran okuyan yöneticiye ulaşmak. Ne güzel bir mutluluk ya rabbi!.

Namaz kılındı, ahali dağılmaya başladı, bir kısım da tekrar meydana ulaşmaya çalıştı. Zor da olsa Ayasofya meydanına çıkmayı başardık. Gördük ki yüzbinler sel olup meydana akmışlar. Namaz sonrası herkes bir köşede oturup yorgunluk gidermeye çalışıyor, dolaşıyor o keyfi sonuna kadar yaşamaya çalışıyordu. Gözlerde sevinç parıltıları ışıldıyor, bayram yerini dolduran herkes mutlulukla sağa sola gidip geliyordu. Bir müddet sonra büyük kalabalığın ziyaret için içeri girebilme bekleyişi telaşı başladı. Sırayla büyük gruplar halinde içeri alındılar. Ne vakur bir bekleyiş, hiç kimse diğerine haksızlık yapmıyor, itişip kakışma yok, zerre kadar saygısızlık yok, sakince bir bekleyiş. 86 yıl beklenmiş te birkaç saat mi beklenmesin?. Bu arada kendi çapında çevresine canlı yayın yapanlar, dostlarına resim gönderenler, bu tarihi anı yaşasınlar diye çocuklarını buraya getirip çevreyi ve olayı anlatanlar, gülüşmeler, şükür secdeleri, gençlerin öncülük ettiği “Tekbir! Allahuekber” ve “Ya Allah! Bismillah! Allahuekber!” sedaları göklere yükseliyor. Ulusal ve uluslararası bütün kanallar da neredeyse orada ve canlı yayınla olayı dünyaya duyuruyorlar. Çevrede bulunan çocukların tam, “O gün Ayasofya önü ve Sultanahmet meydanı tarihi bir gün yaşadı, ben de oradaydım” diyerek çocuklarına anlatacakları bir gün… “Evet o gün; milletin bütün asli değerlerine doğuştan düşman olan, ihanete kodlanmış vatan ve millet düşmanlarının sindiği, köşe bucak saklanıp sinirlerinden kendi kendilerini yediği, onlar dışında bütün iman erlerinin ise coştuğu bir gündü” diyecekler. Evet bugün; yüzyıllardır, sindirilen, son darbeyi de tek parti döneminde yiyen bu aziz çoğunluğun başını kaldırdığı, ben burdayım daha ölmedim, başaramadınız! başamayacaksınız! diye haykırdığı gün. Ah bu sessiz çoğunluk ne güzel bir sel Allahım! samimi, sakin, vakur, sessiz, dimdik, saygılı, hep geleceği inşa eden Allahın yarattığı has kullar topluluğu…

İçerde çatlayan münafıklardan başka dışarda da düşmanlar bugün yastaymış. Yunan, bayraklarını yarıya indirmiş, yas ilan etmiş. Batı dünyası da yeni düşmanlıklar için plan peşindelermiş. Ne zaman durdular ki. Bu hak ile batıl mücadelesi hiç durmayacak ki ebebediyete kadar... İlahi kader böyle, ne mutlu doğru safta duranlara.

Tam ikindi ezanı Ayasofya’dan ve çevredeki diğer camilerden yükselmeye başlamıştı ki sıra bize geldi, büyük bir kalabalıkla tekbirler eşliğinde içeri girmeye başladık. Aman Allahım! bu ne coşku, bu ne inşirah, bu ne hasret, iştiyak. Artık kelimelerden ne bulunabilirse hepsiyle haykırarak ilk defa cami olarak Ayasofya’ya giriyoruz… Milletimin her kesiminden nümune insanlar var. Büyük bir coşkuyla avludan sonra dış ana kapıdan içeriye girmeye başladık. Koridordan geçince iç kapıdan harem kısmı görünmeye başlayınca heyecan artık tutulamaz bir sele dönüştü. Tekbirler, salalar havada uçuştu. Millet ne kadar da dolu, heyecanlı ve azimliymiş meğer. Yeniden fetheder gibi tekbirlerle ana mekana girdik. Sevinç gözyaşları, şükürler sel oldu. Hemen herkes dağılarak hazır ikindi namazının sünnetine durduk. Peşinden ilk kametle farza duruldu. Cuma namazı için içeriye girememeştik ama ilk ikindi namazında haremdeydik. Yüzyıllarca nice Allah dostlarının gözyaşı döktüğü, nice sultanların namaz kıldığı, nice ulemanın ve meşayıhın ilim öğrettiği namaz kıldırdığı, nice sosyal olayların yaşandığı Osmanlının ulu, kebir, baş camisinde namaza duruyorduk. Tüylerimiz diken diken, huşu içerisinde aradaki 86 yıllık kesintiyi kapatıp 1453’le bağlantıyı yeniden kuruyor, burada ibadet eden büyüklerimizle aynı mekana baş koyarak onlara hal diliyle selam veriyorduk ve adeta ruhlarımız buluşuyordu. Selam size benim sevgili ecdadım! İşte geldik. Rabbimize şükür makamındayız. Bu kesintide hepimizin amelsizliğimizin gevşekliğimizin de payı büyüktü şüphesiz, özür ve tevbe makamındayız aynı zamanda. Affet bizi Allahım! emanetini şimdiye kadar koruyamadığımız için. Hele ki aramızdan çıkan adı bilinir bilinmez nice serdengeçtiler vardı da bu öksüzlüğün bitmesi için yaklaşık elli yıldan beri mücadele veriyorlardı. Çok şükür ki o önden giden atlıların açtığı yoldan gidenlerin mücadelelerinin meyvesini bugün aldık. Selam olsun size! hiç yılmadan bugünler için çalışan hedef gösteren O.Yüksel Serdengeçti’ler, Necip Fazıl’lar, A.Nihat Asya’lar, onların yolundan giderek bu günlere ulaştıranlar ve daha nice adsız kahramanlar. İşte aynı yerde, aynı duyguda buluşuyoruz, bütünleştik, tek vücut olduk. Rabbim sizlere inşallah bugünü bildirmiştir ve şu anda aramızdasınızdır. Devamı ahiret yurdunda gerçekleşir inşallah, geçmiş ve gelecek takva sahipleriyle hep birlikte rızai ilahide ve Rasülullahın sancağı altında…

İlk ikindi farz namazını içerde ve dışarda hazır olan yüzbinlerce mümin ile birlikte büyük bir huşu içersinde eda ediyoruz elhamdulillah. Hepimizin ömrümüzde huzur ve mutluluk içinde kıldığımız en güzel namazlarımızdan biri olduğunda hiç şüphe yok.

İstanbul’a ve bu mekana ilk olarak 1972 veya 1973 yılında gelmiştim. Bu ilk ziyaretimde tarif edemediğim, anlamadığım şekilde bir acı yaşadığımı dün gibi hatılıyorum. Ayasofya’nın bir tarafı kilise bir tarafı cami, öz yurdunda garip düşmüş hali, yabancıların sevinçle ziyaret edişleri, pis ayaklarıyla çiğnemeleri çok etkilemişti herhalde. Bir köşeye çekilip sesizce gözyaşı döktüğümü ve kurtuluşu için gönlünde imanı olan bütün müslümanlar gibi dua ettiğimi hatırlıyorum. O zamanlar, bizim dünyamız içinde yer alan gençliğin neredeyse tamamı aynı duygular içindeydi. Herkes için Ayasofya’nın açılması bir kızıl elma, yani ulaşılması için çok çalışılması gereken bir idealdi.

Huzur ve mutluluk içinde namazımızı eda ettikten sonra peşimizden gelen diğer grupların girmesi için camiyi boşalttık, huzur içinde ve herkese anlatacak derin hikayemizle yollara döküldük. Ne mutluluktu bu günleri ölmeden görebilmek, yıllarca hasretini çektiğimiz özlemimize kavuşmak.

Artık, bu ulu camimize ne zaman istersek gidip, fetih ruhuyla coşkuyla namazımızı kılıp atalarımızla hemhal olacağız. İçinde yine salalar okunacak, minarelerinden yine ezanlar yükselecek, yüzyıllar boyunca hazır bulunmuş fatihlerin, şehitlerin, alimlerin ruhaniyetleri dolaşacak...

Hiç şüpheniz olmasın; bugün kucağındaki bebeğiyle meşakkatli yolları aşarak gelen, ben de varım diyerek sıcağın altında saatlerce bekleyen anneler, dünyanın bir ucundan gelip bize katılan gençler, sabahlara kadar uyku uyuyamayıp bu günü bekleyen heyecanlı serdengeçtiler, bastonuyla kalabalığın arasında ilerlemeye çalışan 90 yaşındaki dedem, grup grup olmuş coşkuyla yürüyen hanım ablalarımız, gençlerini yanında getirip o alemi yaşatmaya çalışan annelerimiz, bayrağa sarılmış kızlarımız, gençlerimiz, daha nice aşk dolu insanımız varken bu bayrak bir daha inmez bu ezan bir daha susmaz, Ayasofya da bir daha kapanmaz. Fetret devri bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Şüphesiz Allah nurunu tamamlayacaktır. İşte her şey şimdi yeni başlıyor. Hazır olun gençler, yeni ufuklar fethetmeye, hazır olun analar yeni fatihler doğurmaya, hazır olun şehit adayları yeni şehadetlere.. Bugünden sonra artık yükseliş asrıdır. Ne mutlu o günleri hakkedenlere ve o günleri görebilenlere...

Bu arada burası fethedilirken 638 yılından 1453’e kadar nice şehitlerin verildiğini peygamberinin müjdesine erebilmek için nice canların feda edildiğini sayısını bilen varmı acaba. Türklere nasib olacak fetih sürecinde 1330’larda Orhan Gazi’den başlayarak Fatihe kadar kaç kere denendiğini nice canlar, emekler feda edildiğini bilen varmı. İki aylık fetih günlerinde neler yaşandığını neler feda edilerek İstanbul’un ve Ayasofya’nın alındığı bilen, düşünen varmı. O idealin ne olduğunu bugünün mantığıyla kavrayabilenimiz kaç kişi acaba...

Sonuç olarak bu güzel günün hatırasıyla derim ki: İstanbul’u fethedip Ayasofya’yı cami olarak müslümanlara vakfeden, yaşaması için sayısız mal bağışlayan Fatih Sultan Mehmed hana, yaptığı desteklerle ayakta kalmasını sağlayan başta Mimar Sinan olmak üzere bütün mimarlara, ilave ettikleri yapılarla külliye olarak hizmet vermesine vesile olan sultanlara, bahçesindeki türbelerinde yatan birçok sultan ve şehzadelere, vakfiyesini yüzyıllarca yönetip günümüze ulaşmasını sağlayan mütvellilere, Allah’tan rahmet diliyorum. 86 yıl sonra tekrar asli hüviyetine dönmesine vesile olanlardan emeği geçenlerden de Allah razı olsun. Allah bu milletin ve bütün müslümanların yar ve yardımcısı olsun, ebediyyete kadar iki cihanda aziz eylesin, yolunda nice zaferler ihsan eylesin. Hepsine ve hepinize derin saygılarım, dualaram ve Allahtan rahmet dileklerimle…

Abdullah Kılıç

(Kültür Tarihçisi)"

Güncelleme Tarihi: 25 Temmuz 2021, 03:16
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER