Karun kimdir

KARUN 

Hz Mûsâ'nın amcası veya amcasının oğlu idi. Tevrât'ı, Mûsâ (a.s)-'dan sonra en güzel o okurdu. Çok fakirdi, başkalarının yardımıyla geçinirdi. Hz Mûsâ'nın duâsı berekâtıyla kendisine simyâ, yâni kıymetli maddelerden altın yapma ilmi verildi. 

Kârûn, Mûsâ (a.s)-'a imân etmeden evvel, Beni İsrâil'in Firavun'un yanındaki temsilcisi idi. İdâresi altında bulunanlara eziyet ederdi. İmân ettikten sonra, kendisini ilim, hikmet ve ibâdete verdi.

Ancak mel'ûn şeytan, insan kılığında yanına geldi ve onunla arkadaş oldu. Sonra fırsatını bulduğu birgün, dostâne bir tavırla:

Ey Kârûn! Başkalarından gelenlerle geçineceğimize, gidip haftada bir gün çalışalım; altı gün de ibâdet edelim! dedi.

Bu fikir, Kârûn'a uygun geldi. Şehre indiler ve bir gün çalıştılar. Bu bir günlük çalışmaları mukâbilindeki ücretle de altı gün geçinip ibâdet ettiler.

İlk tâvizini koparmış olan şeytan bu sefer:

Ey Kârûn! Bak; kimseye muhtaç olmadık! Gel; bundan sonra haftanın yarısında para kazanalım, yarısında ibâdet edelim! Hem kazandığımız paranın fazlasını ALLAH yolunda fakirlere infâk etme imkânımız da olur! dedi.

Artık tâviz yoluna girmiş bulunan Kârûn'a, bu teklif daha da câzip göründü ve bunu da kabûl etti.

Şeytan, hilesini gerçekleştirmeye muvaffak olmuştu. Çalışma müddetini iyice artırdı:

Daha fazla çalışıp daha çok para kazanalım! Bu parayla hem ibâdet eder, hem de daha fazla fakiri sevindiririz! dedi.

Ve yavaş yavaş Kârûn'un kalbine dünyâ meyli ve muhabbeti girdi. Hz Mûsâ (a.s)-'ın duâsıyla kendisine verilen simyâ ilmi ile de çok zengin oldu. Kalbi, dünyevi ihtiraslarla doldu. Bu arada bütün güzel ve nezih hasletlerini de kaybetti. Gurur ve kibre kapıldı. Oysa zenginliği, Hz Mûsâ'nın öğretmiş olduğu ilim sâyesinde idi.

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

Kârûn, Mûsâ'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki ALLAH şımarıkları sevmez! (el-Kasas, 76)

Kalbi dünyâ meyli ile dolan Kârûn, artık Mûsâ (a.s)-'ın nasihatlerinden sıkıldı; tavsiyelerine tahammül edemez oldu. Hârûn (a.s)-'a ve O'nun soyundan gelen Levililer'e kurban kesme vazifesi (hibirlik) verilince de, kalbine yerleşmiş bulunan kötü hasletler, iyice gün yüzüne çıktı. Öfkeye kapıldı; dayanamadı ve Mûsâ (a.s)-'a gelerek:

Ey Mûsâ! Kardeşin Hârûn'a hibirlik (kurban kesme vazifesi) verdin. Benim ise böyle bir salâhiyetim yok! Hâlbuki ben, Tevrât'ı gâyet iyi okumaktayım. Bunun için ben, Hârûn'dan daha üstünüm! Bu haksızlığa nasıl dayanırım?! dedi.

Mûsâ (a.s) ise cevâben:

Hârûn'a bu vazife ve makamı ben değil, Cenâb-ı Hak verdi! buyurdu.

Fakat Kârûn diretti:

Bana bir alâmet göstermedikçe, bunu tasdik etmem! dedi.

Mûsâ (a.s)-, Beni İsrâil'in reislerini topladı ve_

Bastonlarınızı getirin! Hepsini belli bir yere koyalım. Kimin bastonu yeşillenirse, hibirliğe o lâyıktır! dedi.

Bastonlar getirildi; ibâdet ettikleri mâbede bırakıldı. İçlerinden yalnız Hârûn (a.s)-'ın asâsı yeşillenip yapraklandı.

Bu açık mûcize neticesinde Mûsâ (a.s)-, Kârûn'a döndü:

Ey Kârûn! bunu ben mi yaptım? dedi.

Kârûn şaşkındı. İşin hakikatini anladığı hâlde nefsine tâbi oldu:

Bu, sihirbazlıktan başka bir şey değildir! dedi. Sonra kızgın bir şekilde oradan ayrıldı.

ALLAH (c.c)-,hû Beni İsrâil kavminin, elbiselerine mâvi şerit takmasını emretmişti. Kârûn, buna da isyân edip:

Bu, ancak efendileri kölelerinden ayırmak içindir! dedi ve takmadı.

Artık Kârûn'un, Mûsâ (a.s)-,a hıncı iyice artmıştı. Nefsindeki hased ateşi, içini yakıp eritmekteydi. Etrafındakileri kendisine çekmek için ziyâfetler vermeye ve kendisinin üstünlüğünü belirtici sohbetler yapmaya başladı.

Birgün Mûsâ (a.s)-, ALLAH'ın emri mûcibince onun zekâtını hesâb edip, vermesini taleb edince, Kârûn:
Şimdi de malıma mı göz diktin? Bu serveti ben kazandım! dedi.
Kârûn'a hitâben şöyle buyruldu:
ALLAH'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyâdan da nasibini unutma! ALLAH sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsanda bulun! Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama! Şüphesiz ki ALLAH, müfsitleri sevmez! (el-Kasas, 77)
Kârûn ise:
O* (servet), *bana ancak kendimdeki bilgi sâyesinde verildi. dedi.
Bilmiyor muydu ki, ALLAH, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti! Günahkârlardan günahları sorulmaz (ALLAH onların hepsini bilir)
Derken, Kârûn, ihtişâmı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ hayâtını arzulayanlar:
*Keşke Kârûn'a verilenin bir benzeri bize de verilseydi; doğrusu o çok şanslı! dediler.
Kendisine ilim verilmiş olanlar ise:
Yazıklar olsun size! İmân edip sâlih amel işleyenler için ALLAH'ın mükâfâtı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. dediler. (el-Kasas, 78-80)
ÇİRKİN İFTİRÂ
Birgün Kârûn, Beni İsrâil kavmini topladı. Mûsâ (a.s)-'ı da oraya çağırdı ve:
Şimdi ey Mûsâ! ALLAH'ın şu emirlerini bize bildir: Hırsızlık yapanın durumu ne olur, zinâ edenin durumu ne olur ve bunları sen yaparsan senin durumun ne olur?! dedi.
Hz Mûsâ:
Hırsızlık yapanın eli kesilir, zinâ eden de recmedilir! dedi.
Kârûn tekrar:
Ya bunları sen yaparsan?! diye sordu.
Mûsâ (a.s)- da:
Aynıdır! dedi.
Bunun üzerine daha önceden sefil bir plân hazırlamış olan Kârûn, kalabalığın arasında bulunan bir kadına seslendi:
Ey kadın, gel! Gel de Mûsâ ile yaptığın çirkin fiili ve iffetsizliği anlat! dedi.
Bu müthiş iftirâ karşısında Mûsâ (a.s)- çok hiddetlendi ve gazaplandı.
O sırada kadın da, yanlarına kadar gelmişti. Bir şeyler söylemek istedi, fakat dili tutuldu; söyleyemedi.
Hz Mûsâ öfkeyle sordu:
Ey kadın! Denizi yarıp yol yapan ve Tevrât'ı indiren ALLAH'ın hakkı için doğruyu söyle: Ben seni tanıyor muyum? Benim seninle bir alâkam var mı?
Kadın büyük bir pişmanlık içinde:
Yâ Mûsâ! Kârûn bana bolca para verdi ve Sana bu iftirâyı atmam için beni kandırdı! dedi. Ve son derece büyük bir nedâmetle tevbe etti.
Mûsâ (a.s)- secdeye kapandı:
Yâ Rabbi! Onların cezâsını ver! diye duâ etti.
Bu bedduâdan sonra yer yarıldı. Rezil plânı ters tepen Kârûn ve ona tâbi olanlar, hazineleriyle birlikte yerin dibine geçti.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık ALLAH'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kutarabilecek kimselerden de değildi. (el-Kasas, 81)
Kârûn'u, dünyâya meyli ve başkalarında bulunan nimetlere hased etmesi helâk etti. Nitekim âyet-i kerimede hased edenlerin şerrinden ALLAH'a sığınmamız gerektiği, bir duâ hâlinde şöyle bildirilmektedir:
De ki: Ben, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden, ağaran sabahın Rabbine sığınırım! (el-Felak, 1-5)
Hased edenlerin âkıbeti ise, hüsrandan başka bir şey değildir.
Hz. Musa (a.s) ve Karun
Osman Nuri Topbaş Hoca Efendinin kitabından alıntı Allah kendisinden razı olsun. Rabbim şifalar versin 
YORUM EKLE