HZ NÛH (A.S)
Gelen Azâb Tûfân
Nûh (a.s)'ın, kavmine bedduâ ettikten sonra oğluna duâ etmesi, O'nun zellesi oldu. Zirâ ALLAH (cc) O'nu zâlimler için duâ etmekten nehyetmişti. Bu durum karşısında câhillerden olmaması için de ilâhi ikâz geldi:
ALLAH buyurdu ki: Ey Nûh! O aslâ senin âilenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O hâlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Ben'den isteme! Ben câhillerden olmamanı tavsiye ederim! Nûh (yaptığı zellenin farkına vararak) dedi ki: Ey Rabbim! Ben Sen'den, hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemekten yine Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrâna uğrayanlardan olurum! (Hûd, 46-47)
Rivâyete göre Nûh (a.s), bu zellesinden dolayı çok ağlayıp gözyaşı döktüğü için kendisine Nûh denildi.
Nûh (a.s) istiğfâr ederek kusurundan hemen dönmüştür. Ama oğlu küfürden dönmedi ve sonunda:
Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı. (Hûd, 43)
Yalnız Hz Nûh, O'na imân edenler ve gemiye alınan mahlûkât emniyet-i ilâhiyeye mazhardı. Binmiş oldukları gemi, dağlar gibi dalgalar arasında yüzüyordu. ALLAH Teâlâ buyurur:
Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. (Hûd, 42)
İnkâr edilmiş olan (Nûh'a) bir mükâfât olmak üzere gemi, Biz'im nezâretimizde akıp gidiyordu. And olsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yokmudur?* (Ey insanlar bakın;) Benim azâbım ve uyarılarım nasılmış! (el-Kamer, 14-16)
SULARIN ÇEKİLMESİ
Hz Nûh (a.s), gemiye binmeden önce kendisine öğretilen şu duâ vesilesiyle selâmet içindeydi:
Bizi zâlim milletten kurtaran ALLAH'a hamd olsun! Rabbim! Beni bereketli bir yere indir! Sen ağırlayıp ikrâm edenlerin en hayırlısısın de! (el-Mü'minûn, 28-29)
Rivâyete göre tûfan, Receb ayının birinci gününde başladı ve gemi altı ay su üstünde seyretti. Sonra ALLAH Teâlâ yere ve göğe emretti:
Ey yer, suyunu yut! Ve ey gök, (suyunu) tut!.. (Hûd, 44)
Bu emr-i ilâhi üzerine sular çekildi ve gemi, 10 Muharrem Âşûra gününde Cûdi Dağı'na indi. Sonra Nûh (a.s)-'a Cenâb-ı Hak tarafından:
Ey Nûh! Sana ve seninle berâber olan ümmetlere Biz'den selâm ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyâda) *faydalandıracağımız, sonra da Biz'den kendilerin elem verici bir azâbın dokunacağı ümmetler de olacaktır denildi. (Hûd, 48)
Hz Nûh (a.s) ve mü'minler necât bulmuşlardı. Âyet-i kerimelerde buyrulur:
Biz Nûh'u ve berâberindekileri, dolu bir gemi içinde taşıyarak kurtardık! (eş-Şuarâ, 119)
Onları ötekilerin yerine geçirdik, halifeler yaptık! Âyetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılanların (fakat inanmayanların) sonu nasıl oldu?! (Yûnus, 73)
Dünyâda felâket, âhirette acıklı azab.
Cenâb-ı Hak, zâlimlerin âkıbetini âyet-i kerimede şu şekilde bildirir:
Onlar günahları yüzünden suda boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine ALLAH'tan başka yardımcı bulamadılar. (Nûh, 25)
Suların Çekilmesi
Âlimlere göre tûfân, umûmidir. Yeryüzünün her tarafını su kaplamıştır. Nişâncızâde Muhyiddin Mehmed, Mir'ât-ı Kâinât adlı kitabında şöyle der:
Gemi oturunca, seksen kişi Medinetü's Semânin şehrini kurdular. Bu şehre Sûk-i Semânin'de denmektedir.
İnsanlığın ikinci defâ çoğalması, işte bu seksen kişiden olmuştur. Nûh (a.s)-'ın büyük oğlu Sâm, zeki, akıllı ve sâlih bir zât idi. Babasından sonra o vekil oldu. Hz Nûh'un hayır duâlarına mazhar oldu. Sâlih insanlar da ekseriyetle O'nun neslinden gelmiştir. Araplar ve Farslar onun sülâlesinden çoğalmıştır.
Diğer oğlu Hâm'dan Hind, Habeş ve Afrikalılar; Yâfes'ten Rus, Slav ve Türk soylarının çoğaldığı tahmin edilmektedir. Asyalılar ve Bering Boğazı'ndan geçtiği tahmin edilen Amerikalılar'ın yerlileri (Kızılderililer) de ondan çoğalmıştır.
Fakat zaman geçince, dini hakikatler yine unutuldu. İnsanlar, yıldızlara, Güneş'e ve heykellere tapar oldular.
Müfessir Fahreddin er-Râzi'nin beyânına göre, Kur'ân-ı Kerim'de Nûh (a.s)'ın, kavminin içinde 950 sene çileli ve muzdarip bir hâlde bulunduğunun bildirilmesi, Rasûlullâh'ı teselli içindi. Nûh (a.s), binbir çile ve ızdırâba uzun müddet katlanmasıyla ümmete mükemmel bir sabır örneği olmuştur.
ÂŞÛRA GÜNÜ
Gemi, Âşûra günü olarak bilinen Muharrem ayının 10. gününde selâmetle Cûdi Dağı'na indikten sonra Hz Nûh ve mü'minler, şükrâne olarak oruç tuttular. Kalan erzaktan âşûra pişirdiler. Bu sebeple o gün (Muharrem'in 10'unda) sadaka vermek, tatlı dağıtmak ve oruç tutmak sünnettir.
Ebû Hüreyre (r.a) Rasûlullâh S.A.V-'den şöyle rivâyet eder:
Ramazandan sonra en sevaplı oruç, ALLAH'ın ayı olan Muharrem'de tutulandır. (Müslim, Sıyâm, 202)
Hz Ali (r.a) da, Hz Peygamber S.A.V 'den şöyle rivâyet etmiştir:
Bir adam gelip Rasûlullâh S.A.V 'e sordu:
Yâ Rasûlullâh! Ramazan'dan sonra hangi ayda oruç tutmamı emir buyurursunuz?
Efendimiz S.A.V cevaplarında:
Eğer Ramazan'dan sonra oruç tutacaksan, Muharrem'de tut! Zirâ o, ALLAH'a âit bir aydır; onda bir gün vardır ki, ALLAH, bir kavmin tevbesini o günde kabûl buyurdu; başka kavimlerin de tevbe ve niyâzlarını o günde kabûl eder. buyurdular. (Tirmizi, Savm, 40/741)
O gün, Âşûra günü; o kavim de, Hz Mûsâ (a.s)-'ın kavmi Beni isrâil idi.
Yahûdiler bu bakımdan Âşûra gününü bayram olarak seçmişler, o günde kadın-erkek hep birlikte süslenmeyi âdet edinmişlerdir.
Maamâfih, o günde Hz Mûsâ (a.s)-'ın ALLAH'a şükür niyetiyle oruç tutmasına binâen birtakım yahûdiler, Peygamberlerine uyarak, Âşûra gününü oruçlu geçirirlerdi.
Bu günün faziletleri cümlesinden olarak Cenâb-ı Hakk'ın;
Âdem (a.s)-'ın tevbesini bu günde kabûl ettiği ve O'nu bu günde Safiyullâh kıldığı,
İdris (a.s)-'ı yüce bir mekâna bu günde ref ettiği,
Hz Nûh'u gemiden bu günde çıkardığı,
Hz İbrahim'i ateşten bu günde kurtardığı,
Tevrât'ı Mûsâ (a.s)-'a bu günde indirdiği,
Hz Yûsuf'u zindandan bu günde kurtardığı,
Hz Yâkûb'a gözlerini bu günde iâde buyurduğu,
Hz Eyyûb'u bu günde şifâya kavuşturduğu,
Hz Yûnus'u balığın karnından bu günde kurtardığı,
Beni İsrâil için Kızıldeniz'i yararak onları bu günde selâmete ulaştırdığı,
Dâvûd (a.s)-'ı bu günde mağfiret ettiği,
Hz Süleyman'a bu günde mülk ve saltanat verildiği,
Ve Hz Muhammed Mustafâ S.A.V-'i geçmiş ve gelecek günahlarından bu günde mağfiret buyurduğu rivâyet olunur.
Nûh Kavminin Helâk Sebeplerinden Başlıcaları
1) Küfür içindeydiler. Peygamberlerini, haşri ve neşri inkâr ediyorlardı.
2) Putlara tapıyor ve şirki teşvik ediyorlardı.
3) Nûh (a.s)-'ı küçümsüyor, âsi olup O'na eziyet ediyorlardı.
4) Kibirliydiler; fakirlere reziller diye hitâb ediyorlardı. Hikmet sâhiplerini de küçük görüyorlardı. Hakikaten, kibirleri yüzünden fakirlerle oturmayı istememek de, helâk olan kavimlerin kötü hasletlerinin başlıcalarındandır.
5) Kadınlarında edeb, iffet hayâ yoktu.
6) Dünyâ lezzetlerine çok düşkündüler.
7) Şükretmiyorlardı. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, verdiği nimetlere şükredilmesini ve nankörlük edilmemesini emretmektedir.
Nûh (a.s) çok şükredici bir kuldu. ALLAH Teâlâ onun bu husûsiyetini, bütün insanlığı ilâhi nimetler karşısında şükredici olmaya teşvik için şöyle hatırlatır:
Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi. (el-İsrâ, 3)
Nitekim Nûh (a.s) bir şey yiyip içmesinden elbise giymesine kadar, her hareketinde dâimâ Cenâb-ı Hakk'a hamd hâlindeydi. Giyinirken, yerken besmele çeker; yediğini bitirince veya giydiğini çıkarınca da Elhamdülillâh derdi. Bunun için Cenâb-ı Hak ona Abden şekûrâ: şükredici bir kul ismini vermiştir. (İbn-i Hanbel, ez-Zühd, s. 50)
Şükür; kulun, ihsân edilen nimetlere ve iyiliklere karşı sevinerek onları ihsân eden Rabbine çeşitli söz ve davranışlarla hâlisâne bir kullukta bulunmasıdır. Yâni şükür, nimetlerin hakiki sâhibini bilmektir.
Seriyyü's Sakati (k.s) buyurur:
Bir kimse bir nimete kavuşur, fakat şükrünü ifâ etmez ise, o nimet elinden alınır!
Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede buyurur:
Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir! (İbrâhim, 7)
Nûh (a.s)-'ın Nasihatleri
Nûh (a.s)-'ın peygamberliği 950 sene sürmüş ve ALLAH'ın bu yüce peygamberi, uzun bir ömürden sonra her fâni gibi rûhunu Rabbine teslim etmiştir. Vefâtı esnâsında yanında bulunan evlâdlarına Yüce ALLAH'a ibâdete devam etmelerini emretti. Sonra oğlu Sâm'a:
Yavrum, kalbinde zerre miktarı bile olsa şirk varken kabre girme! Çünkü ALLAH Teâlâ'nın huzûruna müşrik olarak gelen kimse için hiçbir mâzeret yoktur.
Yavrum, kalbinde zerre miktarı kibir olduğu hâlde kabre girme! Çünkü kibriyâ, Yüce ALLAH'ın ridâsıdır. Ridâsı hakkında münâzaa eden, yâni Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir sıfatı kendisine lâyık gören kimseye ALLAH Teâlâ gazab eder.
Yavrum, kalbinde zerre miktarı yeis (rahmetten ümit kesme) bulunduğu hâlde kabre girme! Çünkü dalâlete düşmüş olan kimselerden başkası ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmez.
Yavrum, sana Lâ ilâhe illâllâh kelime-i tevhidini emrediyorum. Çünkü yedi kat göklerle yedi kat yer, terâzinin bir kefesine, kelime-i tevhid diğer kefesine konsa, bu ondan daha ağır gelir. (İbn-i Hanbel, Müsned, II, 170; ez-Zühd, s. 51; Heysemi, IV, 219)
Rivâyete göre vefâtı yaklaştığı sırada Hz Nûh (a.s)-'a:
Ey Ebû'l-Beşer, ey uzun ömürlü Peygamber! Dünyâyı nasıl buldun? diye soruldu.
Nûh (a.s):
Onu iki kapılı bir ev gibi buldum. Bir kapısından girdim, diğer kapısından çıktım. cevâbını verdi. (İbn-i Esir, el-Kâmil, I, 73)
Hz Nûh (a.s) kendisine kamıştan bir kulübe yapmıştı. O'na:
Keşke kendine bundan daha sağlam bir ev yapsaydın. denilince:
Ölecek bir kimse için bu bile çok! demiştir. (Ebû Nuaym, Hilye, VIII,, 145)
Şirkin, küfrün ve zulmün muhtelif eziyetleri altında 950 seneye yakın bir süre halkına göstermiş olduğu tahammülle, kendisinden sonraki peygamberler ve ümmetlerine örnek gösterilerek, ilâhi iltifâta mazhar olan Nûh (a.s)-'dan bizlere kalan en güzel miras Sabır'dır.
Aleyhisselâm…
Hayırlı cumalar olsun