HAKKA VE HAYRA DAVET

HAKKA VE HAYRA DAVET

Akıl, idrâk ve iz'ân gibi fıtri sermâyeleri ifsâd edilmemiş her insan, içinde yaşadığı hayat ve kâinâtı gönül gözü ile seyrettiğinde, onun boş, gâyesiz ve hikmetsiz yaratılmadığını kavramakta güçlük çekmez. Derin hikmetler ve ciddi gâyeler ile yaratılan insanın bu fâni dünyada başıboş olmadığı açıktır. Zirâ âyet-i kerimelerde:

İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder (el-Kıyâme, 36)

Sizi sâdece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız. (el-Mü'minûn, 115) buyrulmuştur.

Her insan, ömür adı ile hissesine isâbet eden hayat akışını; yâni insan ile kâinât arasındaki râbıta ve beşik ile tabut arasındaki münâsebeti kavrama zarûretindedir.

Kâinâta hâkim olan ilâhi nizam ve kudret akışları, akıl ve vicdan sâhiplerini, hikmet sahibi bir yaratıcıyı kabûle, yâni imân"a sevkeder. Fakat ALLAH Teâlâ, insanların imanlarının kâmil mânâda gerçekleşebilmesi için, onlara bir de hidâyet rehberi peygamberler göndermek sûretiyle, ilâve bir lütufta bulunmuştur.

Bu lütuflarla nâil olunan iman nimetinin insana kazandıracağı en mühim hasletlerden biri, şüphesiz ki merhamet'tir. Merhamet, mü'minin kalbinde hiç sönmeyen bir ateş gibidir. Bizi Rabb'imize yaklaştıran ilâhi bir cevherdir. Merhamet, insanı hodgâmlıktan diğergâmlığa sevk eden imânın bir lütuf meyvesidir. Zirâ imân nimeti gönülde kemâle erdikçe, imândan mahrumlara acıma hissi artar, onlar için gösterilecek gayret de ziyâdeleşir. Bundan dolayı kâmil bir mü'minin rûhu, etrâfında hidâyet dâvetine muhtaç insanlar varken, sırf kendi imânı ile teselli bulamaz.

Hiç şüphesiz ki insan, âhiret yolculuğuna çıkmış fâni bir yolcudur. Bunu inkâr etmek, gözlerini yumup güneşi inkâr etmek kadar akla, mantığa ve vicdâna zıt bir keyfiyettir. O hâlde, hayâtı bu hakikat istikâmetinde tanzim etmek de akli, mantıki ve vicdâni bir zarûrettir. Bu hayat yolculuğunda, mü'minin sâhip olduğu nimetleri nefsine hasretmeyerek muhtaç olanların irşâdına gayret sarfetmesi, onun dini ve vicdâni vazifelerinin en mühimlerinden biridir. Zirâ insanları hakka, hayra, fazilete, imâna, sâlih amellere ve dolayısıyla ebedi saâdete davet etmek; onların kötülüklerden uzaklaşmalarına yardımcı olmak; ahlâk zaafına uğrayıp rezâlet çukurlarına ve küfür karanlıklarına düşmemeleri için gayret göstermek, dünya ve âhirette en hayırlı ve ecri büyük vazifelerdendir. Nitekim ALLAH Rasûlü S.A.V, hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

Doğru yola dâvet eden kimse, ona tâbi olanların ecirleri kadar ecir alır. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez!

Kötü bir yola dâvet eden kimse de, ona tâbi olanların günahları kadar günah alır. Bu da, tâbi olanların günahlarından hiçbir şey eksiltmez!.. (Müslim, İlim, 16; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizi, İlim, 15)

YORUM EKLE