İstanbul’da N.D. isimli kadının gittiği eğlence mekânından görüntüsü alındı. Takip edilen N.D.’nin yatak odasının önüne ‘yağlı urgan’ asıldı. Karakol amiri N.D.’ye “Tekrar olursa yakalayıp dövün, bu dilden anlarlar” önerisinde bulundu. Savcıysa ‘akıllı telefon’ alıp zanlının fotoğrafını çekmesini istedi.
İstanbul Maltepe’de yaşanan ve ‘korku’ filmlerini aratmayan ‘idam’ sehpalı tehdidin hikâyesi 13 ay önce başladı. N.D. isimli kadının nüfus cüzdanının fotokopisi, G.S.K. isimli kadın tarafından çalınarak, Kadıköy Adliyesi’nde görülen bir davada kullanıldı. N.D., savcılığa şikâyetçi oldu. G.S.K. hakkında Kadıköy 4. Asliye CezaMahkemesi’nde dava açıldı. Ancak bir süre sonra N.D. kimliği belirsiz bir kişi tarafından takip edilmeye başlandı.
EVİNİ BASINCA İKİNCİ DAVA AÇILDI
Takip edildiğinden habersiz olan N.D., Küçükyalı Sahil Yolu’nda bulunanMaria’nın Bahçesi adlı eğlencemekânında bir düğüne gitti. N.D.’nin ardındanmekâna üzerinde siren olan bir otomobille giden takipçi, işletme sahiplerine polis kimliğini gösterdi. Elinde telsiz bulunan şüpheli, “Kaçak var” diyerek içeri girmek istedi. Ancak arama kararı olmadığı gerekçesiyle işletme sahipleri tarafından engellendi. Aynı kişi, 2 gün sonra bir kadınla eğlencemekânına gitti. Polis olduklarını söyleyen ikili, Emniyet Müdürlüğü’ne ait antetli kâğıdı göstererek, “Görüntülerdeki kişi aranıyor, vermezseniz zarar görürsünüz” diye tehdit etti. Çalışan Kemal Karasan da N.D.’ye ait olduğunu düşündüğü görüntüleri CD’ye yükleyerek, “Polisiz” diyen ikiliye verdi. N.D., durumdan haberdar olunca yeniden soluğu savcılıkta aldı. Soruşturma sırasında görüntülerin olduğu CD’nin G.S.K. adlı kadında olduğu ortaya çıktı. Geçen 6 Ocak’da G.S.K., N.D.’nin evinin kapısına kadar giderek N.D.’nin park halindeki cipiyle oturduğu binanın resimlerini çekti ve 34 TZ 6693 plakalı otomobile binip kaçtı. Polis, G.S.K.’nın peşine düştü. Mahkemeden alınan arama kararına rağmen kadın evinde bulunamadı. Kendisini telefonla arayan polislere, “meşgul olduğunu” söyledi. Tüm aramalara rağmen şüpheli kadın bulunamayınca karakol amiri, N.D.’ye “Tekrar olursa yakalayıp, dövün, ancak bu dilden anlarlar” önerisinde bulundu. Savcılık kadın hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle ikinci bir dava açtı. Görüntüleri ikiliye veren Kemal Karasan da “Kandırıldım” diyerek hemkimliği belirsiz erkekten hemde G.S.K.’dan şikâyetçi oldu.
PENCERENİN ÖNÜNE DARAĞACI KURDULAR
27 Ocak gecesiyse N.D.’nin yatak odasının penceresinin önündeki ağaca ‘yağlı urgan’ ile darağacı kuruldu. N.D. yine polisi aradı. Polis, araştırma başlattı. Nöbetçi savcıya bilgi verildi. Savcı ise ‘darağacında kullanılan halatın’ N.D.’ye verilmesi talimatını verdi. N.D. bunun suç delili olduğunu söyleyerek, kabul etmedi. Parmak izi çalışması yapılmasını istedi. Ancak savcılık “Gerek yok” dedi. Kartal Cumhuriyet Savcısı, sorgusunda G.S.K.’ya polis kimlikli suç ortağının adını sormadı. Duruma “Öldürülmem mi lazım?” diyerek isyan eden N.D.’ye “Sen de akıllı bir telefon al, seni takip edenlerin fotoğraflarını çek” önerisinde bulunup “Olur böyle şeyler” dedi. N.D. son çare olarak İstanbul AsayişMüdürlüğü’ne başvurdu. Gasp Büro Amirliği ekipleri çalışma başlattı. Gerçek polis, şüphelinin peşine düştü. Polis kimlikli ve telsizli şüphelinin ‘güvenlik kamera görüntülerinden’ fotoğrafları elde edildi. Ancak bu kez polis, “Sadece görüntüsü var, kimlik bilgileri yok, bulamadık” diyerek dosyayı kapattı. Savcı da dosyayı rafa kaldırdı.
TELEFON KAYITLARI DOSYAYA KONULMADI
N.D., 13 ay savcılık ve polis arasındamekik dokudu. CD’nin çalınmasıyla ilgili soruşturmayı yürüten savcılıktan Kemal Karasan’ın ifadesinde kendisini aradığını söylediği polis kimlikli kişinin tespiti için Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) kayıtlarının istenmesini talep etti. TİB’den telefon dökümü geldi. Bu kezse ‘suç tarihini kapsayan kayıtlar’ Kartal Adliyesi Savcılık Kalemi’nde dosyaya konulmadı. N.D.’nin itiraz etmesi üzerine kayıtlar savcılık kaleminde çıktı, ‘sehven’ çekmecede unutulduğu söylendi.
‘ÖLDÜRÜLMEM Mİ GEREKİYOR?’
N.D. yaşadığı bu süreci şöyle anlattı: “Başta basit bir davayla karşı karşıya kaldığımı zannettim. Bana gösterilen görüntülerdeki kişinin zaman zaman işyerimden çıktıktan sonra köşede bekleyen adam olduğunu anlayana kadar. İşte o anda artık biliyordum. Peşimde biri belki de birileri vardı. Camımın önündeki ‘idam sehpasını’ gördüğümdeyse ‘ölüm’ün o kadar da zor gelmediğini düşündüm. Artık ensemde hep bir nefes vardı. Sürekli beni izleyen bir göz. İşe gelip giderken kan ter içinde kalıyordum. Biliyordum ki eli halatlı kişi, peşimdeydi. Hava karardıktan sonra kapımı içeriden sürgülüyerek, oturur oldum. Merdivendeki sesi dinleyip camın ardından gelip geçen arabaların plakalarını aldım. Haftada bir adliyeye polise gittim. Savcının karşısına ilk çıktığımda ‘Korkuyorum’ dedim. ‘Ben de korkuyorum devletin savcısı olduğum halde’ yanıtını aldım. ‘Peki beni kim koruyacak?’ diye sorduğumdaysa ‘Benim de korumamı aldılar’ deyiverdi. ‘Ölmem mi lazım?’ soruma yüzüme ‘tebessüm’ ederek bakmasınıysa hiç unutamadım. Polis şefinin, ‘Yakalarsanız dövün’ demesi geldiğimiz en son noktaydı. 13 ayda görüntüleri elde olan bir adamın yakalanmamasının nedenini biliyordum; bir kadının öldürülmesi ne savcının ne hâkimin ne de polisin umurunda hiç değildi.”