Batı Düşüncesinin Serüveni

BATI DÜŞÜNCESİNNİN SERÜVENİ

Tulaytula; ya da bugünkü bilinen ismiyle, Toledo.
Günümüz İspanya’sında daha çok boğa güreşleriyle öne çıkan tarihi kent.

712’de Tarık bin Ziyad tarafından fethedildikten sonra, tam üç yüz yetmiş üç yıl boyunca İslam toprağı olarak kaldı.

Tam dört asır boyunca Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlar burada barış içerisinde, bir arada yaşadılar.

İspanyollar çok sonradan bunu keşfettiler ve buna “convivencia” adını verdiler…

Convivencia: yani “barış içinde bir arada yaşama kültürü.”

​​​​​Endülüs hâkimiyetinde kısa sürede bir ilim merkezine dönüşen Toledo, aynı zamanda önemli eserler ihtiva eden kütüphaneleriyle de Avrupa’nın araştırma merkezi haline geldi.

1085’te şehri Müslümanlardan geri alan Kastilya Karalı VI. Alfonso, sadece şehri geri almakla kalmadı, aynı zamanda şehirle birlikte çok önemli bir ilmi mirası da devralmış oldu.

İşte ne olduysa, tam da bundan sonra oldu.

Bizzat kendisi de Arapça yazmayı bilen Alfonso, şehri geri alır almaz bir tercüme seferberliği başlattı. Kısa sürede astronomi, fizik, simya ve matematik alanında yazılmış birçok önemli eser Arapçadan Latinceye ve İspanyolcaya çevrildi.

Nitekim Bergamalı Galen (Gallienus), Antik Yunanlı Hipokrat, Platon, Aristoteles, Öklid (Euclides), Arşimed, Batlamyus, Müslüman İbn Rüşd (Averrose), İbn Sina (Avicenna), Farabi (Avennasar), İbn Heysem (Alhazen), el-Hârizmî (Alkarismi, Algoritmi) ve Gazali (Algazel) başta olmak üzere pek ok âlim ve düşünüre ait çok sayıda eser bu dönemde Latince’ye tercüme edildi.

On ikinci yüzyıla gelindiğinde Toledo artık, Avrupa’nın ilim başkentiydi.

Avrupa’da Toledo ile başlayan çeviri faaliyetleri, bir süre sonra Sevilla'ya (İşbiliye) kadar uzandı.

On üçüncü yüzyılda Roma İmparatoru II. Frederick İslam ilimlerinin yakından öğrenilmesi için İtalya’nın Salerno şehrinde bir üniversite kurdurdu ve birçok eserin çevrisini sağladı.

Toledo Tercüme Okulu ile zirveye ulaşan çeviri faaliyetleri, on dördüncü yüzyıla gelindiğinde neredeyse tüm Avrupa’ya yayılmış durumdaydı.

İşte bu tercüme faaliyetleri Avrupa’daki düşünce devrimini tetikledi.

Avrupa düşüncesinde ve Batı biliminde derin izler bıraktı.

Nihayet bu durum Avrupa’da, «kültür ve zihniyet devrimi» olarak ifade edilen Rönesans ve Reform hareketlerine yol açtı.

Rönesans’tan ilk olarak «Hümanizm» doğdu.
Hümanizm: yani «insan-merkezcilik» ya da «insana-görecilik»

Bu, bize öğretildiği şekliyle sıradan bir insan sevgisi ya da insancılık değildi; bu, düpedüz insanın tanrılaştırılmasıydı.

Hümanizmle insan merkeze alınırken, Tanrı fikri geri plana itildi;

Batıda Matbaanın icadı İncil’in çoğaltılmasına imkân tandı. Böylece herkesin kutsal kitaba ulaşması sağlandı. Akabinde İncil'in Almancaya çevrilmesi, yavaş yavaş Kilise’nin tekelinin kırılarak devre dışı kalmasına yol açtı; bu da  «Reform hareketleri»ne hız kattı.

Neticede Kapitalizmi de mümkün kılan «Protestan ahlakı» doğdu.

***
Batıda Rasyonalizm (akılcılık) her ne kadar köken olarak Antik Yunan’a dayansa da asıl olarak Descartes’la başlar.

Descartes, aynı zamanda Aydınlanma'nın da ilk düşünürüdür.

Descartes’la akıl ve bilim ön plana çıkarken,  gelenek ve kutsal ikinci plana itildi; ona göre doğruya ulaşmanın biricik evrensel yolu: «evrensel matematik yöntem»di.

Bacon, Lock ve Hume Rasyonalizme (akılcılık) itiraz etti; «ampirizm»i yani deney ve gözlemi öne çıkarttı.

Newton ise, rasyonalizm ve ampirizmin bir sentezini yaptı;

Doğa kanunlarını yasalaştırarak Batıda «bilimsel devrimi» başlattı.

Tam yüz yıl sonra bu kez Kant«saf aklın eleştirisi» ile rasyonalist ve ampirist felsefenin bir sentezini yaptı.

Böylece bugünkü «bilimsel yöntem» doğmuş oldu.

Kant’la kutsal tamamen dışlanırken, Hegel’le Tanrı’ya savaş açıldı. 

Nihayet sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, doğa bilimlerini, bilginin tek gerçek kaynağı olarak gören «insanlık dinini» ilan etti.

Pozitivist takvim adıyla yeni bir takvim tasarladı; yayımladığı Pozitivizm İlmihalinde, «İnsanlık Kilisesi»nin ayinlerini sıraladı.

Comte’un seküler dini, Fransa ve Brezilya başta olma üzere birçok ülkeyi derinden etkiledi; bundan Osmanlı aydınları da nasibini aldı;

Birçok Jön Türk ile İttihat ve Terakki mensubu pozitivizmin en ateşli savunucuları arasında yer aldı. 

Fransa ve Brezilya’da kurulan« pozitivizm ibadethaneleri»ni Amerika ve Avrupa’da kurulan «etik kiliseleri» izledi. 

Doğa bilimlerinde elde edilen kısmi başarılar ve Newton fiziğinin kusursuz olduğu algısı sosyal bilimleri derinden etkiledi.

Sonuçta doğayı merkeze alan bir bakış açısı gelişti.

Pozitivizmle birlikte «doğa kanunları», doğal bilimlerinin yanı sıra sosyal bilimlerde de kullanılmaya başlandı.

Bu akımdan iktisat bilimi de nasibini aldı.

Hume’un öğrencisi ve dostu, İskoç aydınlanmacısı Adam Smith’in kaleme aldığı «Ulusların Zenginliği» ile «modern iktisat»ın temeli atılmış oldu.

Aydınlanmayla «felsefi ayağı», sanayi devrimiyle «ekonomik ayağı» ve Fransız Devrimi’yle «siyasi ayağı» tamamlanan modernite, kısa sürede tüm dünyaya yayıldı ve hakim paradigma haline geldi.

Selam ve dua ile...

Mücahit KUMANDAVEREN
04.05.2022 / Tatvan

*Tüm hakları saklıdır. Yazarın izni olmadan hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.

YORUM EKLE