7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından 70 gün geçti.
Bu sürede Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti:
*PKK ile,
*DHKPC örgütü ile,
*İŞİD ile,
*Paralel yapı ile,
*İç basın ile,
*Dış ülkeler ile,
*2 milyon mülteci sorunu ile uğraşıyor ve küresel ölçekte devam eden ekonomik sıkışmanın ülkeye dramatik etkilerini göğüslemeye çalışıyor.
Şimdi bir an için, bu durumun 1970, 1980, 1990 ya da 2000 yılında söz konusu olduğunu düşünelim ve “Türkiye ne olurdu?” diye bir tahminde bulunalım.
Kesinlikle büyük bir kaos, belki iç savaş yaşanırdı ya da zaten ordu yönetime el koymuş ve Türkiye yine yıllarca geri götürülmüş olurdu.
Yine başka bir tespit yapmalıyız:
Şu anda Türkiye’nin karşılaştığı böyle bir zor durumda ülkenin,
*Cumhurbaşkanı,
*Başbakanı,
*Ordusu,
*Polisi
hepsi birlik içerisinde, demokratik iradenin kesin belirleyiciliğinde çalışıyor; herhangi bir ayrılık ve karşıtlık yok.
Bu da sizi güçlü yapıyor.
70 günde iki Bakan Mersin’i ziyaret etti: Ekonomi Bakanı ve Kalkınma Bakanı. İkisinin de konuşmalarında herhangi bir kriz, olağan dışı durum izlenimi almadık. Yalnızca ülkenin ve Mersin’in ekonomik sorunlarından, kalkınma ve gelişme ile ilgili projelerden söz ettiler.
İçte bu kadar büyük sorunlar, dışarıda her tarafta savaş ve kaos varken, buna rağmen bunu en az şekilde ülkede hissettiren ve çok doğru ve olumlu bir kriz yönetimi sergileyen bu hükümetin hakkını vermeliyiz. Popülist kararlara tevessül etmeden, özellikle ekonomik ve sosyal hayatı uzun vadeli gereklere göre düzenleyen hükümet, gerektiğinde en radikal düzenlemeleri de yapmaktan geri kalmıyor. Bu bir siyasal iradedir, devlet yönetiminde tecrübedir ve sorumluluk alabilme gücüdür.
Erken seçimle bir yılın kaybedilmiş olacağı, ekonomik bazı sorunlar yaşanacağı, doların daha da artacağı gibi olumsuzluklar elbette düşünülebilir; ama bu olağan küçük aksiliklere karşı asıl olabilecek asıl felaketi göz ardı etmemeliyiz. Türkiye’nin bir Yunanistan, Suriye ya da Irak durumuna düşebileceğini akla getirirsek, yaşadığımız küçük sıkıntılar önemli gelmeyecektir ve güçlü devlet olmanın ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır.
Sosyal medyada ve basında barış ve birliktelik mesajları vererek ülkenin bu durumunda sükûnetini sağlamaya çalışan basın mensuplarının yazıları ve bireysel sosyal medya paylaşımları ülkemizin geleceği adına önemli bir katkı veriyor.
Diğer taraftan sürekli birilerini suçlayanlar, savaş, intikam mesajları verenler ise bu ülkeye zarar veriyorlar. Gerilim siyaseti üzerinden oy hesabı yapanlar ya da siyaset eylemeyi Sn. Erdoğan karşıtlığına kilitleyenler, sürmekte olan dramatik olaylara ve küresel gelişmelere kör bakmayı sürdürüyorlar.
Bana göre bu ülkede suçlu olan yok; yanıltılan, farklı yönlendirilen, yanlış bilenler var; bir de hâlâ 80 yıl öncesinde kalmış paslı zamanları özleyenler ve yeni dünya düzenini kavrayamamış olanlar var.
Yabancı ülkelerin, yabancı basının olayları nasıl kışkırttığı, silahların hangi ülkelerin malı olduğu sorularının cevapları bize bir fikir verecektir.
Ayrıca bazı basının olayları nasıl kışkırtırcasına haber yaptığı ve adeta felaket haberlerine sevinildiğini ibretle izliyoruz.
Öte yandan Gezi olaylarından gerekli dersin alındığı da görülüyor. O günlerde Mersin’den halkı kışkırtanlar, savaş ve direniş çağrıları yapan bazı kent dinamikleri ve fahri konsoloslar şimdi başarılı olacaklarını düşünmediklerinden ya da o dönemde yaptıkları sorumsuz çıkışların hangi çevreleri beslediğini anladıklarından sessizler.
Türkiye’nin en sıkıntılı durumda ve çevresinin ateş çemberi içinde olduğu bir dönemde hangi siyasi görüşe ait olduğunu düşünmeden tarafsız bir gözle ve doğrudan pratik ülke yararı gözeterek bakalım ve bu hassas dönemin zararsız ve sarsıntısız geçirilmesini sağlayan bir yönetimin çabalarını görüp değerlendirebilelim.
Umarım seçim gününe kadar bu hükümet devam eder.
Çünkü bunca ağır sorunların içinde hemen karar alabilen ve bunu eksiksiz uygulayabilme iradesine sahip olabilen bir yönetim zorunludur. Dikkat edelim: Koalisyon çalışmalarında ve sonrasındaki erken seçim sürecinde Ak Parti dışında kalan siyaset erbabı, dar parti hesapları yaparak sorumluluk almıyor, yönetime katılmıyor ve alınması zorunlu ağır kararların içinde görünmek istemiyor.
Bu nedenle, görevini çok ağır koşullarda sürdüren hükümetin devam etmesine katkı vermeyenler ya da engelleyenler, tarih önünde büyük vebal altında olacaklardır.
Ülkenin hangi küresel hesaplarla boğuştuğunu, özellikle terörün ve dağdaki savaş baronlarının neredeyse bütünüyle dış hesapların dengesi içinde yeniden azdığı, Kürt siyaset çevresinin sözünün dinlenmez olduğu bu süreçte her olayı ve olguyu iç siyasete alet etmeden değerlendirmek gerekir.
Bu ülkede yıllardır kardeşçe bir diyalog içinde insanlar konuşuyordu ve daha ileri demokratik ortam için adımlar atılıyordu. Peki ne oldu da birden bu ateş çemberi ortaya çıktı?
Basit ve yalın bir soru: Bunca ölümlere değer hangi mesele ortada kalmıştı? Neyi konuşamaz olmuştuk da eli kanlı kör terör siyaseti susturmak üzere sahneye fırladı? Neyi elde edinceye kadar bu cinnet sürecektir?
Çocuk yaşta insanları kendini patlatmaya iten, kentleri ve insanları terörize ederek hayatı ölümlerle dolduran karanlık karar odakları ve savaş baronları hangi somut isteğin peşindedir?
Sorular çok basit; cevaplar da çok basit ve bu ülke ve bu ülke insanlarının yararı için yapılması gereken şey çok basit: Toplumsal düzenin gereklerine uyularak çağdaş demokratik ölçüler içinde barışa yönelmek; sorunları siyaset içinde aşabilecek çabayı öne çıkarmak ve silahı gündelik hayatın düzeni içinde devlet yetkisine terk edecek bir toplumsal anlaşmayı hayata geçirmek.
Mevcut hükümet bu gerekleri anlamış durumdadır. Eksiği ve yanlışı varsa yine siyaset diliyle onarılacaktır.
Zaman sükûnetle düşünme zamanıdır; kaosa yol açmadan, hükümet iradesini zayıflatmadan, karar süreçlerine destek olarak şu kötü süreci atlatma zamanıdır.
Bu ülke ve bu ülkede soluk alıp veren herkes bu iyiliğe layıktır. Bu iyiliği kirleten her ölümden hepimiz sorumluyuz; özellikle siyaset bu kanlı hesaplaşmanın hızla dışına çıkmalıdır. Şehit cenazelerinden yükselen acılı sesler, ölü evlerinden evlerimize ulaşan yas çığlıkları bu ülkede insanım diyen herkesin utancı olmalıdır.
Evet; siyasi iradeyi zayıflatmaktan, hayatı çok daha acılı hale getirecek saçma çekişmelerden bu ülkeyi ve insanlarımızı esirgeyelim; bu ağır günleri bir daha yaşanmamak üzere geride bırakalım.