HZ. ADEM (A.S)
Ezelde ALLAH (cc) yalnız kendisi mevcûd iken bilinmeyi murâd edip yüce sıfatlarının ve esmâ-i ilâhiyesinin tecellisi ile bu kâinatı yaratmıştır.
Cenâb-ı Hakk'ın bilebildiğimiz veya bilemediğimiz bütün ilâhi sıfatlarının en fazla tezâhür ettiği üç tecelli mekânı vardır:
1)Kâinat
2)Kur'ân-ı Kerim
3)İnsan
Kâinat, esmâ-i ilâhiyenin fiili, Kur'ân-ı Kerim ise kelâmi bir tezâhürüdür. Diğer bir ifâdeyle Kur'ân-ı Kerim, kelâm sûretine bürünmüş bir kâinattır.
İnsan ise, kâinatın özü ve tohumu gibidir. Çünkü ALLAH'ın hemen hemen bütün sıfatlarından az veya çok nasib almış tek varlık odur. Ve onun eşref-i mahlûkât olarak zikredilmesinin sebebi de budur. Ancak onda Mudil (müstehak olanları dalâlete sevk eden) Mütekebbir (Her şeyde ve işte yücelik ve azametini gösteren) ve benzeri celâli sıfatların yanında Hâdi (Hidâyete eriştiren) Rahmân, Rahim ve benzeri cemâli sıfatların tecellisi de bulunduğundan, insan hayra da şerre de fıtraten meyyâldir. Zirâ âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu günah ve isyanlarla kirleten de elbette ziyan etmiştir. (eş-Şems, 7-10)
Bundan dolayı insan, enbiyâ ve evliyânın irşâdı vâsıtasıyla nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesinde bulunarak, kendisindeki süfli sıfat ve temâyülleri temizlemek ve rûhâni sıfatları da tekâmül ettirmek sûretiyle kâmil bir insan olmaya çalışmalıdır.
Meleklerde şerre istidâd ve iktidâr olmadığı için insan, vâsıl-ı illâllâh olma (ALLAH'a kavuşma) yolunda ilerleyerek onları bile aşabilme imkânına sâhiptir. Bunun için insan, ilâhi vahye tâbi olup olmamasına göre melekten üstün âli dereceler ile hayvandan bile aşağı süfli derekeler arasında bir yerde bulunur. Nefs engelini aşabilen insan, bir zarâfetler meşheri ve bir san'at hârikasıdır. Kâinat kitâbının hulâsası, fâtihası ve yaratılış sırrıdır. Çünkü zâhirde et ve kemikten ibâret olmasına rağmen, onun bu görüntüsünün altındaki mânevi varlığında ilâhi tecellinin nice sırları nûrları ve hakikatleri rekzolunmuştur (depolanmıştır).
Hz Ali (r.a) bu hakikati bir beytinde şöyle dile getirir:
Devân sendedir fakat görmezsin,
Derdin sendedir fakat bilmezsin,
Kendini küçük bir cisim sanırsın.
Hâlbuki koskoca âlem sende dürülmüştür.
Önemli olan tüm varlığa dercolunmuş bulunan âyât-ı sübhâniyeyi okumak ve onları hakiki vechesiyle idrâk etmeye çalışmaktır. Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz'e indirdiği ilk vahyin birinci âyetinde Oku! buyurmuştur. Burada geçen kıraat kelimesi sâdece yazılı bir şeyden okumak mânâsına gelmemekte, bununla birlikte gözle mütâlaaya ve zihinden tezekkür ve tefekküre de delâlet etmektedir. Bundan haraketle âyet şu mânâya gelebilir: Ey Rasûlüm! Kelâm-ı ilâhi'yi oku, kendindeki ve kâinattaki gizli hakikatleri tefekkür ve tezekkür et, eşyânın hakikatini idrâke çalış.