1. Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla.
2. Hamd âlemlerin rabbi Al¬lah’a mahsustur.
3. Rahman ve rahîm.
4. Din (hesap) gününün tek sahibi (olan Allah’a).
5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.
6. Bizi dosdoğru yola ilet.
7. Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların ve doğrudan sapmış olanların yoluna değil.
Fâtihâ kelimesi; “bir şeyin başlangıcı ve bir şeyi açan” anlamına gelir. Yedi âyet olup, Mekke’de indileren beşinci sûredir.
Fâtihâ’nın yaklaşık yirmi ismi vardır. Her bir isminde bir hususiyetine işâret edildiği için onlardan bir kısmına birlikte bakalım.
“Hamd” ismi “Allah’ı övmek ve O’na şükretmek” demektir. İlk âyeti hamd ile başladığı için bu ismi almıştır. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) Kur’ân’ın özü anlamında Fâtihâ’ya “Ümmü’l Kitâb” ismini vermiştir. Yine namazların her rekâtında tekrarlanan yedi âyet anlamında “es-seb’u’l-mesânî” diye isimlendirmiştir. Fâtihâ’nın âyetleri iyi anlaşıldığında dünyâ ve âhiret mutluluğu için yeterli olacağından, Fâtihâ’ya “el-Kâfiye” (yeten) adı da verilmiştir.
Maddî ve mânevi tüm hastalıklar için şifa kaynağı olduğundan, bir ismi de “eş-Şâfiye” (şifa veren) dir. Kendisini yılan sokan
bir adama, bir sahabi yedi defa okumuş ve adam iyileşmiştir.(143)
Allah Teâlâ bir kudsî hadîste: “Fâtiha Benim Arş hazînelerimden bir hazinedir, buyurduğu için “Kenz” (hazine) adını almıştır.
Aynı zamanda özlü bir duâ olduğundan bir ismi de “Duâ”dır. Fâtihâ’ya “es-Salât” (namaz) da derler. Çünkü Rasûlullah
(s.a.v) Fâtihâ’yı okumadan namazın olmayacağını haber vermiştir. (144)
143. Buhari, Tıb, 39, 323.
144. Buhârî, Salât, 14.
Kısa Sûreler ve Tefekkür Uygulamaları
Peygamberimiz (s.a.v.) Fâtihâ sûresinin önemini şöyle bildirir:
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Allah, Fâtiha’nın benzeri bir sûreyi ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne
de Furkân’da indirmemiştir. O tekrar tekrar okunan yedi âyet ve bana verilen yüce Kur’ân’dır.” (145)
Fâtihâ sûresi Müslümanın emniyeti için de ayrı bir önemi haizdir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) “Yanını yatağa koyup Fâtiha’yı ve İhlâs’ı okuduğunda ölümden başka her şeyden emîn olursun.” (146) buyurmuştur.
Bursevî, tefsîrinde Fâtihâ’da bulunan yedi âyeti okumak üzere ağzını açan kimseye, cehennemin yedi kapısının kapanacağını haber verir. Peygamberimiz (s.a.v.) Fâtihâ’nın Kur’ânın en büyük sûresi olduğunu bildirmiştir. Fâtihâ’yı ne kadar iyi tanırsak Kur’ân’ı o kadar iyi anlarız. Fâtihâ’da bildirilen ilâhî emirleri uygular ve onu yaşarsak, büyük bir hazineye kavuşmuş oluruz. Ayrıca Fâtîhâ “açan” olduğu için, Fâtihâ ile bütün iyilik ka-
pıları açılır. Fâtihâ hem Kur’ân’ın hem de cennetin açacağıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine ilk kez vahiy geldiğinde tedirgin olmuş ve Hz. Hatice’ye gizlice: “Bana bir şeyin musallat olmasından korkuyorum.” demişti. Hz. Hatice: “Neden böyle bir korkuya kapıldın?” diye sorunca Efendimiz (s.a.v.): “Yalnız olduğum bir sırada “Oku!” diye bana seslenildiğini duydum.” dedi. Birlikte dönemin bilgesi, Varaka bin Nevfel’e gittiler. Varaka: “Sana bu seslenme tekrar gerçekleşirse olduğun yerde kal, orayı terketme, sana söyleneni iyice dinle.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onun tavsiyesine uydu.
145. Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân: 1, nr. 2878.
146. İbn Kesir, Tefsîr, I, 110.
Cebrâil (a.s.) yine geldi ve bu sefer ona Fâtihâ sûresini okudu ve Efendimiz’e şöyle dedi: “Rahman Rahîm Allah’ın adıyla. El-
hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn…” de. (147)
1. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Allah Teâlâ besmeleyi Fâtihâ sûresinin başında ve Neml sûresinin 30. âyetinde zikretmiştir. Peygamber Efendimiz yapacağımız her iyi işe besmele ile başlamamızı tavsiye etmiş: “Besmele ile başlamayan her iş bereketsizdir.” buyurmuştur. (148}
Yine yemek için şu tavsiyeyi yapmıştır: “Kim bir şey yiyecek olursa “Bismillah” diyerek başlasın. Yemeğin başında bunu unutan kişi, sonunda şöyle desin: “Bismillahi fî evvelihî ve âhirihî (başında ve sonunda Bismillah) (149)
Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî hazretleri yemekte besmelenin önemi ile ilgili şöyle der: “Yarattığı şeylerde Allah’ın sıfatlarını, yaratma gücünü, kudretini, sanatını görmeden ekmek yiyecek olsam, lokmalar
boğazımda kalır! O’nun yarattığı güzellikleri seyretmeden, O’nun gülünü, gül bahçesini görmeden yediğimiz lokma nasıl içimize siner?” (150)
Bir işe başlamadan önce besmele okuman, o işi Allah adına yapacağını söylemen demektir. Yine Allah’ın rızâsını, iznini ve yardımını istemen demektir. Allah Teâlâ “…Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.” (151)
147. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, 1, 13.
148. İbn Mâce, Nikah, 19.
149. Ebu Dâvud, Et’ime 16, nr. 3767.
150. Mevlânâ, Mesnevî, I-II, 488.
151. Hadîd, 4.
Bu kısa Sûreler ve Tefekkür Uygulamaları
Buyuruyor. Rabbimiz sizinle beraber olduğu sırrını açıklamışken, nasıl olur da O’nun adını anmadan, O’nsuz bir iş yaparsınız?
Besmele okumakla Allah’ın yardımı olmadan, hiç bir şey yapamayacağını belirtmiş olursun. İşlerini Allah Teâlâ Hazretleri ile yaparsın. Besmeleyi dilinle söylerken, kalbinin de besmele çekmesi gerektiğini unutma!
Kur’ân okumaya başlarken sûrenin başında besmele okumak sünnettir. Bir sûreyi yazarken besmele ile başlamak farzdır. Namazda Fâtiha Sûresi’nden önce besmele okumak ise sünnettir. Günah işlere besmele ile başlamanın, ayrı bir günah olduğunu da hatırlatmaya gerek yoktur. Okulda ders veren öğretmen, kurumundan izin aldığı için
ders verebilir. Bir şehirdeki vali de hükümetin izniyle işleri yürütür. Bunun gibi kâinattaki her şeyin bir görevi vardır. Bu görev onlara Allah tarafından verilmiştir. Bir elma ağacı düşünelim. O bulunduğu yerde Allah’ın verdiği görevi O’nun adına yapıyor. Yani manen besmele okuyor ve bizler için meyveler yetiştiriyor. Aynı şekilde bütün bitkiler, hayvanlar ve varlıklar besmele ile Allah’tan izin alarak iş yaparlar.
Bir gün Rasûlullah’ın (s.a.v.) bazı sahabileri dediler ki:
Ey Allah’ın Rasûlü! biz yiyoruz, fakat doymuyoruz.
– Tek başınıza mı yemek yiyorsunuz?
– Evet.
– Öyleyse yiyeceklerinizi birleştirerek bir sofrada yiyin ve Allah’ın ismini anın, Bismillah deyin ki yemeğiniz size bereketli olsun. (152)
152. İbnu Mâce, Et’ime 17, nr. 3286.
– Besmelede Rabbimiz’in üç büyük ismi vardır. “Allah”, “Rahmân”, “Rahîm”.
Besmeledeki bu isimler o kadar büyüktür
ki, Kur’ân ve hadiste bildirilen Allah Teâlâ’ın bütün isim ve sıfatlarını içine alır. “Bimillâhirrâhmânirrahîm” dediğinde Allah’ı
bütün isimleri ile zikretmiş oluruz.
Demek ki, âlemde her şey kendi dilince besmele çeker. Yani hiçbir varlık Allah’ın izni olmadan iş yapmaz. Sürekli Allah’ı
anarlar. Biz de besmele ile işimize başlarsak, besmele sanki bir anahtar gibi kapalı olan mânevî kapıları açar. İşimiz kolaylaşır. Bir eşyanın sahibi varsa, bu eşyâyı ondan izinsiz kullanmayız. İzin almadan, başkasının eşyasını kullanmak doğru değildir. Her şeyin gerçek sahibi Allah olduğuna göre, O’ndan izin almadan,
yani besmele çekmeden bir iş yapmak da doğru olmayacaktır. Besmelede geçen ilk isim “Allah”tır. Bu isim sâdece Rabbimiz’e âit özel bir isimdir. O’nun bütün sıfatları ve isimlerini taşır. Diğer isimleri ise Allah Teâlâ’yı bir yönüyle bize tanıtırlar.
Allah ismi, insanlardan tarafından verilmediği için, hiçbir dilde karşılığını bulunmaz. Bu isim o kadar mükemmeldir ki, hangi harfini kaldırılsa, yine Allah’ın bir ismi karşımıza çıkar. Ayrıca en güzel isimler Allah’a aittir. Onlara “esmâ-i hüsnâ” denir.
Allah’ın adını çok zikretmek, her Müslümanın vazgeçilmez hususiyeti olmalıdır. Bu hususta Allah Teâlâ “…Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (153) buyurmaktadır.
Besmeledeki ikinci isim “er-Rahmân”dır. Bu isim rahmet kelimesinden türemiştir. Rahmetin, merhamet etmek, acımak,
esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak ve nimet vermek gibi anlamları vardır. Rahmân Allah’ın ismi olarak, çok mer-
hametli, çok nîmet verici ve çok şefkatli demektir.
153. Cumâ, 10.
Allah Teâlâ rahmân sıfatının gereği olarak, bütün varlıklara hiçbir ayırım yapmadan merhamet eder, onlara nimetler verir. Bu isim ile ahlaklanan Müslüman, çok merhametli olur. Önce kendisine acıyarak yanlış işler peşinde koşmaz, sonra günaha dalmış olanlara acır, onları kurtarmak için çalışmalar yapar. Çünkü bu davranış peygamberlerin yoludur. Onlar insanların dünyâ ve âhiret mutluluğu için çalışmışlardır. Merhamet ile ilgili Efendimiz şöyle buyurur: “Rahmân merhamet edenlere merhamet eder, Yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size
merhamet etsin.” (154)
Besmeledeki son isim ise “er-Rahîm”dir. Bu isim de çok merhametli olan Allah demektir. Allah Teâlâ’ın affını, korumasını ifâde eder. Rahmân ismindeki gibi bütün insanlara değil, daha özel kişilere, Allah’ın rahmetini gösterir. er-Rahîm ismi, inanan ve iyi işler yapanlar için büyük bir müjde taşır. Allah
Teâlâ bu isminin gereği olarak kendisine inananların yaptıkları iyi işlere sevap verir, onları cennetine yerleştirir. Allah’ın besmelede geçen isimlerini örnek alırsan, başta kendine, sonra bütün varlıklara ve insanlara karşı merhametli olursun. Müslüman kardeşlerine ise daha çok merhamet edersin.
Allah Teâlâ Rahîm isminin gereği olarak Müslümanların birbirine karşı davranışlarını şu şekilde olmasını emir buyurur:
“…Onlar (Müslümanlar) birbirlerine karşı merhametlidirler”…(155)
2. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
Hamd; övmek, teşekkür etmek gibi anlamlara gelir. İnsan bir iyilik veya güzellik gördüğünde onu över.
154. Ebû Dâvud, Edeb, 66.
155. Fetih sûresi, 29.
Teşekkür ise, biriyilik karşısında dil ile söylenir. Hamd, bütün övgüleri kapsayacak şekilde sevgi ve saygı ile Allah’ı övmek ve ona teşekkür etmektir. “El-hamdü lillâh” sözüne “hamdele” denir. Hamd, göklerde ve yerde, dünyâda ve âhirette sâdece Allah’a olur.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) “…Duânın en üstünü “Elhamdülillah” demektir...” (156) buyurur. ‘El-hamdülillah’ ise Allah’tan başka övülen yoktur demektir.
Çok sevdiğimiz bir yakınımız bize büyük hediyeler gönderse, iki şey düşünürüz. Birincisi bize gönderdiği hediyeleri düşünür mutlu oluruz. İkincisi ise hediye vereni düşünürüz. Onun bizi ne kadar çok sevdiğini, bize ne kadar değer verdiğini düşünür, ona sevgimiz artar ve teşekkür ederiz. Bunun gibi, Allah Teâlâ bize kıymeti ölçülemeyecek maddî ve mânevî hediyeler
ikram etmiş ve etmektedir. Dolayasıyla Cenâb-ı Hakk’ın bu nimetleri karşısında, O’nu çok sevmemi, hamdetmemiz ve O’na
şükretmemiz icap eder. Hamd kalp, dil ve organlarımızla yapılır. Kalp ile Allah’ı
zikrederiz, Dil ile “elhamdülillah” deriz. Organlar ile de iyi işler yaparız. “Elhamdülillah” dediğimizde kalbimiz Allah’ın verdiği nimetler karşısında şükrân duyguları ile dolar. Bizden aşağı durumda olanları görür, halimize şükrederiz. Allah Teâlâ, bize verdiği nimetleri saymaya kalksak sayamayacağımızı haber veriyor. Sayısız nimetlerin elbette bir sahibi vardır. Biz O’na şükretmez, hizmet etmezsek, elimizdeki nimetlerden mahrum kalabiliriz.
Bu âyette; Rab, bütün varlıkların sâhibi, efendisi, onları yetiştiren, ihtiyaçlarını karşılayan, onları terbiye eden demektir.
Âlem, maddî ve mânevî bütün varlıklardır.
156. Tirmizi, Daâvât, 9.
A lemlerin Rabbi ise Allah'ın maddî ve manevî, görülen ve görülmeyen, dünyada ve âhiretteki bütün varlıkların sahibi olması demektir. Yine âyette hamdin (övgünün) sâdece Allah’a âit olabileceğini, O’nun âlemlerin Rabbi, Rahmân ve Rahîm, hesap gününün sâhibi olmasından anlıyoruz. Allah Teâlâ bütün âlemde sonsuz güzelliğinin tecellisi olarak, öyle mükemmel bir sanat
sergiliyor ki yarattığı varlıklarda gördüğümüz güzellikler karşısında O’nu övüyoruz. Bize o kadar iyiliklerde bulunuyor ki biz bu iyiliklerin farkına vardığımızda O’na şükrediyoruz.
3. âyetteki “Rahman ve Rahîm ile ilgili bilgi” “besmele” bölümünde geçmişti. Burada tekrar “Rahmân ve Rahîm” buyrulmasını Allah Teâlâ’nın rahmetinin her şeyi kuşatması şeklinde anlamak gerekir.
4. “Din (hesap) gününün tek sahibi”
Dinin buradaki anlamı, davranışlara verilen karşılık demektir. Buna göre din günü ise kıyâmet günüdür. Din gününün yegâne sahibi, amellerin hesabının görüleceği mükâfat ve karşılıklarının verileceği kıyamet gününde bütün yetkiler elinde olan Allah’tır.
“(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz”
5. Burada kulluk, yani ibâdet kavramı önemlidir.
Kulluk, kalbin Allah’ın yüceliği karşısında acizliğini hissetmesi; her an O’na muhtaç oluşundan dolayı O’na gönülden
bağlanmasıdır.
Kulluk, O’nun sevgisini kazanmak için huzurunda boyun eğmek, sevgisiyle çoşmaktır. İbâdet kişinin sevap olan işler yapmasıdır. Allah her şeyi insanın hizmetine vermiştir. İnsanı ise kendisi için yaratmıştır. Allah’a kul olmayanlar başka şeylere köle olmaya mahkûmdurlar. Allah’tan başka hiçbir kimse ibâdeti hak etmediğine göre, sadece Allah için yapılan ibâdet bizi hedefe götürür. Âyette ben yerine biz ifâdesinin gelmesi çok dikkat çekicidir. Müslüman önce kendine baktığında sâdece dilinin değil bütün organlarının ve ruhunun ibâdet halinde olması gerekir. Bu âyet aynı zamanda çevremizdeki insanlarla birlikte ibâdet etmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır. Allah Teâlâ bizden “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” dememizi isteyerek aslında bizim cemaat olarak ibâdet etmemizi istemektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir Müslüman, namaz ve zikir için sık sık camilerde bulunduğunda, Allah Teâlâ onun bu hâlinden, tıpkı bir âilenin, gurbetteki yakınları döndüğünde sevindiği gibi sevinç duyar ve hoşnut olur.” (157) “Bir kimsenin diğer bir kimse ile kıldığı namazı, yalnız kıldığı namazından daha bereketli ve sevabı daha fazladır… Beraber kılanların
sayısı ne kadar çok olursa, Allah Teâlâ’nın o kadar çok hoşuna gider.” (158)
Mevlânâ hazretleri kulluk ile ilgili şöyle der: “Aslında insanın yaratılmasından maksat, kulluk etmek, ibâdet etmektir. Bu yüzdendir ki cehennem, kulluktan kaçınan kötü kişilerin ibâdet yeri olmuştur. İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılışındaki esas maksat, onun Allâh’a kulluk etmesidir.
157. İbn-i Mâce, Mesâcid, 19.
158. Ebû Dâvud, Salât, 47/554.
“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (159) âyetini oku da
anla ki: insanların yaratılmasından maksat ibâdetten başka bir şey değildir…(160)
6. “Bizi doğru yola ilet”
Doğru Yol: Peygamberimiz bu yolun İslam yolu olduğunu bildirmiştir. Bu yolda ilerleyen kişi sonunda Allah’ın rızasına kavuşur ve Cennet’e girer. İslam, Allah’a teslim olmak, ona boyun eğmektir. Doğru yolda olmak Allah yolunda gereksiz şeylerden kurtulmak, gerekli şeyleri de elde etmekle olur.
7. “Nimetine erdirdiklerinin yoluna;
gazaba uğramışları, doğrudan sapmışların yoluna değil.”
Nimete erenler: Peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salih (iyi) kişilerdir. (161)
Gazaba uğrayanlar: Allah’ın rahmetinden uzak olanlar, şiddetli azabı hak edenlerdir. Çünkü onlar önce hakkı, gerçeği bilmiş, sonra da onu inkâr etmişlerdir. Bunlara Peygamberimiz dömeminde bir örnek olarak Yahudiler gösterilir. Bir mü’mini
kasıtlı öldüren, iman ettikten sonra kâfir olanlar, müşrikler, Kur’ân’ı inkâr eden ve benzeri kimseler de gazaba uğrayanlardan sayılmıştır. Yolunu sapıtanlar. Bunlara örnek olarak Peygamberimiz döneminde Hıristiyanlar gösterilmiştir. Münâfıklar, zalimler, dîne düşmanlık besleyenler, “doğru yoldan sapmışlar”dır.
159. Zâriyât, 56.
160. Mevlânâ, Mesnevî, II-III, 234-236.
161. Nisâ, 69.
Fâtihâ sûresinde mü’minin aslî vazifeleri olarak, şu üç hususun belirtildiği söylenebilir. Bunlar mârifet, kulluk, istikâmettir. Allah’ı tanıyan, O’na kulluk eder. Bu kulluk da mârifeti nisbetinde olur. Kulluğun ölçüsü ise istikâmetidir. Her mü’min bu üç vasfı ölçüsünde güzel bir şahsiyet kıvamı elde eder. Bir mü’minin fârik vasıfları bunlar olduğu gibi, mü’min toplulukları da bu ölçülerle mücehhez oldukları kadar sıhhatli bir yapı oluştururlar. Eğitim öğretimde de öğrenciler önce mârifetullah iklimine adım attırılmalıdır. Dersler Allah’ı tanımaları, sevmeleri eksenli işlenmeli, kulluk bilinci de bu mârifetin üzerine binâ edilmeli ve istikâmetin ölçüleri anlatılmalıdır. İslam toplumunun kurtuluşu, bu ölçülerin toplumda yüksek seviyelere çıkmasıyla mümkündür.
Fâtihâ çerçevesinde bir şahıs, bir nesil, bir toplum en büyük hedefimiz olmalıdır. Hatta Fâtihâ çerçevesini her meslek grubuna da uygulayabilmeliyiz. Fâtihâ ölçüsünde bir meslek sâhibi, işini Allah adına yapar, işiyle Allah’a hizmet eder, kulluk çerçevesinde bir meslek icrâ eder. Mesleğinin hakkını vererek ve dürüst davranarak istikâmeti gerçekleştirir. Fâtihâ ölçüsünde bir âile reisi, âile hayatını mârifet, kulluk ve istikâmet çerçevesinde oluşturabilirse, gerçek mutluluğa kavuşur.
Fâtihâ sûresi ile ilgili şû rivâyet ise, namaz kılarken Fâtihâ okumanın Allah Teâlâ ile bir sohbet, bir münâcât olduğunu
göstermektedir. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle buyurmuştur: “Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Yarısı benimdir, diğer yarısı ise kulumun. Kuluma istediği verilecektir. Kul: “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’adır” dediğinde, Rabbimiz: “Kulum bana hamdetti” der. Kul: “Rahmân ve Rahîm olan...’’ dediği zaman Allah: “Kulum bana senada (övgüde) bulundu” der. Kul: “Din gününün mâliki/sahibi” dediği zaman, Allah Teâlâ: “Kulum beni yüceltti” der. Kul: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz“ dediği zaman, Allah: “Bu benimle kulum arasında iki yarıdır. Kuluma istediği vardır” der. Kul: “Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil” dediğinde Allah şöyle buyurur: “Bunlar kulumundur, ona istediği verilecektir.” (162)
162. Müslim, Salât, 38, 40; Ebû Dâvûd, Salât, 132.
https://www.youtube.com/watch?v=PFZ_fleRnGs&list=PLvSjpD3KlRW1wLBDGYbdnZEs5UhDSpyxQ
ÖZGEÇMİŞ
1973 yılında Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde doğdu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 1996 yılında mezun oldu. 1999 yılında Tasavvuf Dalı’nda “İsmâil Hakkı Bursevî’nin Tuhfe-i Atâiyye Adlı Eseri” ile yüksek lisansını, 2009
yılında Marmara Üniversitesi’nde “Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’de İdrîs Peygamber” adlı çalışmasıyla doktorasını tamamladı. Halen Sabahattin Zaim Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Tasavvuf öğretim üyesidir.