Neslihan Nur Türk’ün Şebnem dergisinin 195. sayısında “Haydi Beraber Dua Edelim!” başlığıyla kaleme aldığı yazı....
Müslümanların tek yürek olamaması, birbirinden şüpheye düşüp ayrılıklar yaşayarak yalnızlaşması ne de acı… Öyleyse hadi gel, ilk duâmızı bu hususa, beraberliğimizi muhafaza etme ihtiyacına hasredelim:
“Allâh’ım! Bizleri, rızân dâiresinde bir ve beraber eyle! Âmîn.”
* * *
İnsanın, bir müddet yıpranıp yaralanması, sonra da ölene kadar tevbeyle kendini onarmaya çalışması, hayat. O zaman hadi, hem yaralarımızın sızılarını dindirmek, hem onlara takılmayıp şevkle son durağa yürümeyi sürdürmek için duâ edelim:
“Allâh’ım! Tertemiz hediye ettiğin can ve îman emanetini, râzı olduğun işler yaparak muhafaza edebilmeyi, sâfiyetini koruyabilen kullarından olabilmeyi nasîb eyle. Âmîn.”
* * *
Yerken, giyerken, uyurken, konuşurken… Bilhassa severken ve sevilirken, denge nasıl da lâzım. Öyleyse hadi dileyelim:
“Yâ Rabbî! Hastalıklı sevginin şerrinden Sana sığınırız. Bize rızân için, vakarla ve dengeyle severek iki cihan huzuru katacak olanların yakınlığı ile hakîkatli sevenlerden olmayı ihsân eyle. Âmîn.”
* * *
Hayırlarımızı çoğaltıp şerlerden uzakta kalabilmek için mücâhede etmek, öncelikli işimiz… Zaten insan, kendisine iyilik etmedikçe bir başkasına da edemez. Öyleyse talep edelim:
“Rabbim! Bizden ötürü hiç kimse ve hiçbir şey zarara uğramasın. Bizi her dâim kâra, sevince, şükre, huzura, dirilişe, tefekküre ve âfiyete vesîle eyle. Âmîn.”
* * *
Yeryüzündeki bunca fesâda rağmen daha büyük belâlara uğramayışımızın en kuvvetli sebebi olan âlim ve ârifleri düşünüp bütün bu ahvâl içinde, bizi bu sabaha da îman ve âfiyetle kavuşturan Rabbimiz’e şükrettim. Bundan tabiî ne var? Takvâ ehli âlimlerimizi ve dünyanın dört bir yanında aynı şükrü edâ ederek uyanmış bütün din kardeşlerimizi elbette seveceğiz! Ve fiilî duâyı nasıl yapacağımızı öğreten İnşirah Sûresi’ni okuyarak, vazifemizi bir kere daha hatırlayacağız. Hadi o zaman, birlikte tâlim edelim:
“Sen’in kalbini açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Sen’in şânını yüceltmedik mi? Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet. Doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır. O hâlde, önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız Rabbine yönel.” (el-İnşirâh, 1-8)
* * *
Vakit geçiyor. Bak aynaya, dünkü sen değilsin. Baktım aynaya, ben de dünkü ben değilim. Renk değiştiren saçlar, hâl değiştiren ten, yorgunlaşan bakışlar… Kim bilir nereye kadar? Mâdem öyle hadi, duâya devâm edelim:
“Allâh’ım! Bize râzı olduğun işleri yapabilecek şevki, hak yemeyen, yedirmeyen adâleti, hoşnut olduğun hâlleri kuşanabilecek gayreti, gönüller sevindirerek rahmetine erebilecek merhameti ve hakkı yaymak hususunda cesareti ihsân eyle. Âmîn.”
* * *
Seyrediyorsun değil mi? Senin içten içe bağlı olup kıymet verdiğin değerlere nasıl da seslerini dışa vere vere küfrediyorlar. Selâm, deyip geçmenin zorluğunu da geçmeyip mücâhede etmenin çetinliğini de hissederek hadi, yine O’na yönelelim:
“Ey kudreti her şeye yeten ve kalpleri evirip çeviren Mevlâ’mız! Sen, Sana düşmanlık ederek pek zavallı bir duruma düşmüş olan bu insanların kalbine, îmânın edebini ve Seni hissetmenin huzurunu ihsân eyle. Âmîn.”
* * *
Bazıları, yalnızca kendisi gibi düşünen ve kendi anlayışına hizmet eden kimseleri insan olarak kabul ediyor. Bu sebeple onlar, sana bakıyor ve sonra sadece “Yok” sayıyorlar. Yok sayamayacakları kadar kuvvet bulduğunda seslerini kesiyor, buldukları ilk fırsatta yine, yok etmenin yollarını arıyorlar. Öyleyse isteyelim:
“Yüceler yücesi Rabbimiz! Sen’in emir ve yasaklarına riâyet ederek yaşamaya çalıştığımız, sapkın düşüncelerini tasdik etmediğimiz için bizi küçümseyen ve yok etmek isteyen gürûha karşı, kalbimize heybet ihsân eyle. Âmîn.”
* * *
Nâmını ahlâksız işler yapmakla kazanmış birinin, ömrünü Allah rızâsını kazanmaya adamış birini anlamasını bekleyebilir misin? Ya son nefeste kime îman nasîb olacak, onu bilir misin? İşte bu nahif ve hikmetli denge gereği, yanlışa “Hayır!” demeye ve hakkı tebliğ etmeye devam edelim de hadi, yine dileyelim:
“Allâh’ım! Bilmeyene, kötünün kim olduğunu bilmeyi; etmeyene, iyiyi takdir edebilmeyi nasîb eyle de bizi hak ettiğimiz için uğrattığın belâlardan kurtar, ne olur! Başımızı, ortamızı, sonumuzu hayreyle, son nefesimizde hidâyet nasîb eyle. Âmîn.”
* * *
Umûmu kucaklamak adına tâvizler verme, değmez. Herkese hizmet sunmak adına şerri kuvvetlendirme. Halkı yanına çekmek için Hakk’ın hükümlerine karşı gelme. Helâl ve doğru dururken haram ve yanlış olanı öne çıkartıp örnek gösterme. Allâh’ın yardımı kesilirse, kimse yardım edemez ki… O’nu kaybeden, neyi kazanabilir ki? Hadi, duâma aklederek eşlik et de birlikte isteyelim:
“Rabbimiz! Fikrimizi, zikrimizi, hâlimizi, kâlimizi ve hayâlimizi Sen’de, Sen’in rızâ dâirende sâbit, kesin ve keskin eyle. Âmîn.”
* * *
Hakaretin eleştirmek olduğunu sanan, yapmak değil yıkmak için var olan, eksik görüp dile getirmekten acı değil zevk duyan, müspet adımlara karşı kör iken, hatalı işi, meydanda davul çalarcasına ona buna haykıran insan, her zaman düşman olmayabilir; lâkin dost hiç değildir. Öyleyse hadi dileyelim:
“Allâh’ım! Bize bizi şefkatle düzeltebilecek arkadaşlar edinmeyi ve başkalarına öylece arkadaş ve yoldaş olabilmeyi nasîb eyle. Âmîn.”
* * *
Yaşamak; kalabalıklar içindeki ıssızlıkta, kendini arayıp bulma oyunu gibi, değil mi? Şimdi biri çıkıp “Ne yâni!? Bunca tantananın, masrafın, koşturmacanın gâyesi bu mu?” dese, “Evet bu; lâkin aman doğru oyna!” diye cevap vermeli. İş sündürmeyi temkin, plânsız programsız olmayı zuhûrat, tembel olmayı zühd, körü körüne inanmayı hüner saymadan, insanları böyle boş kandırmacalarla baymadan, ömrünü hebâ, varlığını da bir nevî vebâ etmeden oyna. O hâlde sakınalım:
“Allâh’ım! Bizi boşa kürek çekerek şaşan, doluya fırça çekerek haddini aşan kimselerden etme. Âmîn.”
* * *
Ektin ve çabucak serpildi diye, “Bu çiçek çok arsızmış!” deme! Kökleriyle toprağa çabucak tutunmak ve hâl diliyle insana, “Vazgeçme! Seni dalından koparana küsüp ye’se düşme! İlk fırsatta hayata tutun ve ölüm seni bulana dek etrafa güzellik katmaya devam et!” demek durumunda olan o çiçeğe haksızlık etme. Şimdi gel, bilmeden yaptığımız hatalı konuşmalar için tevbe edelim:
“Rabbimiz! Bilir bilmez yorumladığımız hâdiseler, tanımadan yakıştırdığımız vasıflar sebebiyle bizi affet. Âmîn.”
* * *
Her durumda yine de hayır duâ etmemiz, hüsn-i zan ve sabırla, daha iyi günleri beklemekte olduğumuzun alâmetidir. Hadi o zaman, bir de şu duâya birlikte “Âmîn!” diyelim:
“Arsız arlansın, nursuz nurlansın. Densiz nefsini, câhil Rabbini, zâlim haddini bilsin. Âbid riyâdan, âlim hevâdan korunsun. Günahkâr tevbeye dursun, ârif Kâbe’ye dönsün, Rabb’ine öyle kavuşsun. Şu yazıda ettiğimiz bütün duâlar; Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âşıkları, sâdıkları, şehîdleri ve sabîleri hürmetine kabul olunsun. Âmîn.”
Kaynak: Neslihan Nur Türk, Şebnem Dergisi, Sayı: 195