Eğitim sistemi kime hizmet ediyor?
150 yıldır eğitim kime hizmet ediyor?
Kıymetli Hocamız Prof Dr Ömer ÖZYILMAZ, eğitim bilimcilerini göreve çağırıyor. Önce tartışalım sonra uygulama yapalım. Bu eğitim sistemi bizi temsil etmiyor. Bir süre sonra bizide temsil etmez. Hazırcı Gençlik yerine Üretici Gençliği konuşalım.
ÜLKEMİZDEKİ EĞİTİM BİLİMCİLER TARTIŞMALIDIR: MİLLİ EĞİTİM NEDİR?
Prof. Dr. Ömer ÖZYILMAZ
Önceki yazımızda Milli Eğitim Nedir sorusunun cevabını ararken, bir eğitim sisteminin milli olup olmamasını sağlayan üç unsuru olduğunu belirtmiş, bunlardan birisi olan ‘eğitim felsefesini, eğitim sistemi içerisindeki yerini ve önemini’ incelemiştik. Bu yazımızda da ikinci unsur olan ‘insan felsefesini ve eğitim sistemindeki yerini ve önemini’ ele alacağız.
b- İnsan Felsefesinin Eğitim Sistemindeki Yeri ve Önemi:
İnsan felsefesi, eğitimin temel felsefesinin (dünya görüşünün) ikinci önemli unsuru ya da boyutudur. Eğitim sistemlerinde ‘insan felsefesinin içeriğini’, benimsenip kabul edilmiş olan eğitimin temel felsefesi (dünya görüşü) belirler, doldurur. İnsan felsefesi, eğitimin temel felsefesinin, eğitim-öğretim açısından daha somutlaşmış ya da ete kemiğe bürünmüş halidir.
‘İnsan Felsefesi’, Eğitim temel felsefesi (dünya görüşü) ile bağlantılı olarak en başta,
* Kainat, hayat ve insanın varoluşunun kendiliklerinden olduğu ya da Yüce bir Yaratıcı tarafından gerçekleştirildiği hususlarından her birine nasıl bakılacağını;
* İnsanlığın nasıl var olduğunu, geçmişini, bugününü ve geleceğini nasıl gördüğünü;
* Bunlarla ilintili olarak, insanlık tarihinin en açık gerçeği olan din ve inanca bakışını, bunların hayattaki konumlarının geçmişte ne olduğunu, bugün ve gelecekte ne olacağını;
* İnsan aklının ürettiği bilgilerle, Yaratıcı tarafından gönderilmiş olan dinin ilişkisinin ne ve nasıl olacağını;
* İnsanı, insanın varlık sebebini, Kainat, hayat, yaratılış ve din-inanç konularıyla ilişkisini nasıl gördüğünü, insanın diğer insan, toplum, devlet ve diğer varlıklarla ilişki ve konumunu nasıl değerlendirdiğini;
Bilim, eğitim ve dine; din ve sosyal hayata, bunların birbiriyle ilişkilerine bakışın nasıl olacağını; bu ve benzeri konulardaki görüş ve değerlendirmeler sonunda bir karara varılacak ve bu kararlar neticesinde de insanın nasıl bir insan olarak yetiştirileceği belirlenecektir.
Örneğin:
1- Sonsuz güç ve kuvvet sahibi bir Yaratıcı’nın var olduğunu; kainat, hayat ve insanın, belli bir plan ile O’nun tarafından yaratıldığını; yaratılışın bir gayesi ve bir hedefinin olduğunu; bu yaratılış içerisinde insanın müstesna bir yeri ve sorumluluğunun bulunduğunu; hem yaratılış hedefini gerçekleştirmek, hem de insanın hayatını düzenlemesine yol göstermek için ilk insandan bu yana Yaratıcı tarafından, peygamberler eliyle sürekli olarak dinlerin gönderildiğini, dinlerin, insanlığın iyiliği için gönderilmiş olduğunu kabullenen;
İnsanı, ‘eşref-i mahluk (varlıkların en üstünü)’, ‘arzın halifesi’, ‘Emanet-i Kübra’nın hamili’, ‘varlıklar adına ümran ve ibadetten sorumlu’, ‘cisim olarak küçük ama manen bir alem’ olarak gören; bu dünyada nasıl yaşayacağını, onu Yaratan’ın peygamber ve gönderdiği kitaplar la bildirdiğini benimseyen, dolayısıyla insanın burada görevli olarak bulunduğunu ve bu alemde yapıp ettiklerinden bir başka alemde sorguya çekileceğini kabul eden bir dünya görüşünün, onu nasıl bir insan olarak yetiştireceği, dolayısıyla hedefleri, müfredatı, içerikleri, yöntemleri ve uygulamaları, elbette ona göre olacaktır.
2- Buna karşın insanlığın tarih boyunca taşıyıp getirmiş olduğu bütün değerleri ve Kainatın Yaratıcısının varlığını açıktan inkar etmeği; insanlık tarihi süresince O’nun gönderdiği İslam’ı, insanların ürettiği dinleri ve onların tarih boyunca üretmiş oldukları ma’rufu, bilimi ve kültürü ‘yok saymayı’; evrene ve insanlığa egemen olup her ikisinin de bütün zenginliklerini sömürmeyi; din ve hayatı, din ve bilimi, hayat-bilim ve yerel kültürü birbirinden ayırıp düşman kılmayı; İslam’ı, diğer din ve yerel kültürleri hayatın dışına itip böylece insanlığı dinden ve dinin duygu ve düşüncenin zenginliğinden yoksun, zayıf, kültürsüz ve kimliksiz bırakarak onların daha rahat bir şekilde sömürülmesini sağlamayı ideolojisinin bayrağı haline getiren;
Kainat, hayat ve insanı, görünen varlıklardan ibaret olarak düşünen; maddenin dışındaki her şeyi reddeden; kainatta görülen her şeyin kendi kendine olduğunu iddia eden; insanın, evrimleşme sonucu ortaya çıktığını, içgüdü, nefs ve maddeden oluşan diğer canlılarla aynı düzeyde olduğunu, insanın bütün varlıklardan üstün olmasını yani halifeliğini kabullenmeyen, tekelci/inhisarcı, seçkinci, indirgemeci, emperyalist/tahakkümcü materyalist/maddeci görüşün kuracağı eğitim sistemi, dolayısıyla eğitim sisteminin yönetimi hedefleri, müfredatı, içerikleri, yöntemleri; o sistemin, insanı nasıl bir insan olarak yetiştireceği de elbette ona göre olacaktır.
Şu ana kadar Türk eğitim sisteminin insan felsefesi de, Milletimizin kendi inancından, tarihinden, dünya görüşünden/hayat felsefesinden ve medeniyetinden yani yukarıda bahsettiğimiz birinci paragraftakilerden süzülüp çıkarılmış bir felsefe değildir. Aksine kasten ve bilinçli bir şekilde, onlara ters olarak ikinci paragraftaki anlayışa göre belirlenmiş ve uygulanmıştır. Ülkemizde yaşanan bütün eğitimsel ve toplumsal sıkıntılar da buradan kaynaklanmaktadır. Türkiye bu sorunu 150 yıldan beri yaşamaktadır.
Bugün, 1000 yıl insanlığa ve İslam’a hizmet etmiş milletimizin çocuklarının, kendi dünya görüşü, yaratılış gayesi, kimliği ve davasından habersiz; emperyalist, sömürücü, inkarcı Batı taklitçisi, Batı’ya hayran, Batıcı, gayesiz, hedefsiz gününü gün eden eyyamcı, ayyaş ve diğer yanlış yollara sapmış olmasının arka planında, işte belirttiğimiz bu kasıtlı belirleme ve onun desteğinde oluşturulmuş olan eğitim sistemi yatmaktadır. Eğitim sistemimiz bizi, toplumsal bir bozulma, yozlaşma ve başkalaşmaya götürmektedir. 150 yıl önceki hedefte zaten bu idi.
Hocamızın önceki yazısı