ACININ VE HÜZNÜN HİKÂYESİ: ENDÜLÜS-I
İslam’ın kayıp tarihidir.
Yitik medeniyettir, Endülüs.
Yaşamın, tutkunun, öfkenin, acının, aşkın ve hüznün hikâyesidir…
Her hatırladığımda kahrolurum.
Her okuduğumda gözlerim dolar, ağlamaklı olurum.
Okumayan, bilmez Endülüs’ü!
Bilmez, Avrupa’nın güneyinde İspanya’da, neredeyse ‘800’ yıl süren, muhteşem, eşsiz, Müslüman ‘Endülüs Medeniyetini’.
Gırnata’yı, Elhamra’yı, Kurtuba’yı, İşbiliyye’yi, Tuleytula’yı.
Nerden bilsin, bugün Endülüs’ün, İspanya olduğunu;
Müslümanların kurduğu Madrid’in, isminin su kanalı, anlamına gelen Mecrid’den geldiğini.
Nerden bilsin Gırnata’nın, Granada; Kurtuba’nın, Cordoba; İşbiliyye’nin, Sevilla olduğunu.
Hem ne bilsin zalim Şarlken’nin, Elhamra’ya yaptıklarını…
Katedral yapılan sarayları…
Kiliseye çevrilen camileri, çan kulesine dönüştürülen minareleri…
Yakılıp yıkılan hanları, hamamları, sarayları…
Ateşe verilen kütüphaneleri…
Yakılan yaklaşık bir milyon cilt kitabı…
Nerden bilsin, Rambla Meydanı’na yığılan kitap dağlarının günlerce sönmeyen ateşini.
Günlerce kan ve mürekkep akan Vadi’ül Kebir (Guadalquivir) nehrini…
***
Hem nerden bilsin?
Şeytanın mahkemeleri diye adlandırılan, Engizisyonu…
Tehditle, sürgünle, giyotinle yok edilen yaklaşık altı milyon Müslümanı.
Ve onların acı dolu, hüzün dolu, ölüm dolu hikâyesini.
Zorla Katolik olmak zorunda bırakılmış, Endülüs’ün yitik evlatları, Moriskolar’ın, tarihte eşi ve benzeri görülmemiş asimilasyon, katliam ve sürgün dolu tarihini…
Namazına, orucuna, haccına ve hatta Kelime-ı Şehadet getirmesine engel olunanları…
Kızları, kadınları ve çocukları ellerinden zorla alınanları.
Hunharca katledilen, ateşe attırılan, ırzına geçilen, sahipsiz, kimsesiz, zavallı kadınları...
Ve Çocukları…
Zorla kiliseye götürülenleri…
Domuz eti yedirilip, şarap içirilenleri…
Yakılan ağaçları, ekinleri…
Değiştirilen isimleri, el konulan evleri, tarlaları, bağları, bahçeleri…
Kim nerden bilsin tarihin eşi benzeri görülmemiş vahşetini.
Mahvedilen koskoca bir medeniyeti, koskoca bir tarihi…
Kim nerden bilsin, kahrolası Kraliçe İsabella’yı ve Kral Ferdinand’ı.
***
İşte tam da bu acıların üstüne kurulmuştur bugünkü İspanya.
Hala kulaklardadır, çığlıkları, feryatları Gırnatalı’ların.
Hala tazedir acısı İşbiliyye’nin.
Hala hüzünlüdür sokakları, Endülüs’ün…
Nasıl hüzünlü olmasın ki?
Tarihin en büyük vahşetlerine şahitlik etmişken!
***
Boabdil (Ebu Abdullah), Gırnata’nın son sultanıydı.
Olmaz olaydı!
Kendi elleriyle teslim etmişti, şehrin anahtarını İsabella ve Ferdinand’a.
O gün, son bir kez daha bakmıştı ihanet ettiği Gırnata’ya, Elhamra’ya; Gözyaşı Tepesi’nden ve hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.
Ne güzel söylemişti annesi oğluna: “Erkek gibi savaşmadın, şimdi kadınlar gibi ağla,” diye.
‘Erkekler de ağlar’ diyememişti annesine, diyemezdi de.
Ne diye erkekçe savaşmamıştı ki?
Şimdi artık, hilal yerine haç, ezan yerine çan sesi vardı İslam’ın narin beldesi Gırnata sokaklarında…
Tam sekiz asır süren “reconquista” (Endülüs’ü Müslümanlardan geri alma) hareketi Boabdil’in elleriyle amacına ulaşmıştı.
Ve işte Boabdil, Tarık Bin Ziyad’ın mirasını bir çırpıda heba etmişti.
Vah vah Gırnata, vah vah Elhamra.
Ellerin kırılaydı Boabdil.
Yıkılasın İspanya…
Selam ve dua ile…
Mücahit KUMANDAVEREN
12.08.2019 / Tatvan
Acının ve Hüznün Hikâyesi: Endülüs-I
- 22 Nisan 2021, 13:31
YORUM EKLE
Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi