Nasr Sûresi bize Allah’tan gelen yardımı hatırlatır.
Akkaya Hocamıza göre felaketlerle sadece dünyamızı değil, ders almaz isek ahiretimizi de kaybederiz.
Doç. Dr. Muhammed Veysel Akkaya Hocamız konumuzla alakalı olarak Nasr Sûresi Meali, Tefsiri ve Tefekkürünü Kur’ân’la Diriliş çalışmaları çerçevesinde yapmıştır. Ülkemiz ve dünyada bu günlerde meydana gelen felaketleri sadece dünyevi sebeplere bağlamakla yetinerek, Allah’ın yardımını istemek konusunda zayıf kalmamızın nedeni üzerinde durmuştur.
Hocamız çalışmalarında Kur'an-ı Kerim'in üç yöntemle tefekkürünü yaparak ayetlerden nasıl ders çıkarmamız gerektiğini anlatmaktadır.
Bu yazımızda çoğumuzun ezbere bildiği Nasr suresini (halk arasında İzâ câe diye meşhur) bir örnek olarak takdim ediyoruz.
Nasr suresi bir fetih suresidir. Aynı zamanda bir sığınma ve tevbe suresi dir. Surede her türlü yardım ancak Allah ile olur şuuruna ermemiz istenir.
Bu sure vesilesi ile dua olarak; "Allah’ım! Beni Peygamber Efendimiz gibi, İslam yolunda çalışanlardan eyle. Hayatımda dâimâ yardımını ve fethini lutfeyle. Yardım ve fethin gelince, Seni hamd ile tesbih edenlerden ve Senden af dileyenlerden eyle." diye başlamalıyız. Felaketlerin insanların zulüm ve kibirlerinden meydana geldiği, Allah'ın her şeye kadir olduğu unutulmamalıyız.
Ülke olarak istiğfar ve duaya bu günlerde daha çok ihtiyacımız var.
Hocamız Kur'an'ı Hayat kitabı yapmamız için ayetleri tefekkür seminerleri yapmakta, bu bağlamda kitap çalışmaları da bulunmaktadır.
Şimdi Nasr Suresini hocamızın kaleminden birlikte inceleyelim
NASR SÛRESİ MEALİ
Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla
1. Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde
2. Ve insanları akın akın Allah’ın dinine girerken gördüğünde,
3. Rabbine hamd ederek, O’nu tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.
NASR SÛRESİ TEFSİRİ
Nasr ismi, yardım demektir. Medîne döneminde indirilen son sûredir. Bu sûreye “Tevdî sûresi”, yâni vedâ sûresi de denmiştir. Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi bazı sahabiler, bu sûre nâzil olunca, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) vefatının yakın olduğunu sezdiler. Gerçekten de öyle oldu. Sûreye ayrıca “İza câe...” (Geldiğinde) adı verilmiştir. Mekke’nin fethi müjdelendiği için, bir diğer adı da “Fetih (zafer) sûresi”dir. Peyamberimiz (s.a.v.); “Bu sure, Kur’ân’ın dörtte birine denktir” buyurmuştur. (Tirmizî, Fezâilul-Kur’ân, 10.)
Birinci ayete; Fetih; açmak, galip gelmek, zafere ulaşmak demektir. Fetih kelimesi Müslümanlar ile Müslüman olmayanların zaferinin farklı olduğunu göstermek için kullanılır. Müslümanlar bir yeri ele geçirince, orayı yakıp yıkmazlar. Tam tersine oradaki insanlara huzur götürürler. Korumasız halka iyi davranarak, onların gönüllerini de fethederler. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yaptığı gazvelerden sonra, düşman saflarından birçok kişi gelir, Müslüman olurdu. Bunun sebebi Müslümanların karşı tarafı yok etmek niyetinde olmadıklarını savaşta göstermeleriydi. İslâm’ın asıl amacı insanları hidâyete, iyiliğe, güzelliğe kavuşturmaktır.
Fetih, insanları İslâm’a kazandırmak için yapılır. Müslümanlar bu şekilde düşündükleri için yüzyıllar boyu gittikleri yerlere huzur ve mutluluk götürmüşlerdir. Rasûlullah (s.a.v.) Mekke’den ayrılınca, Medîne’yi zorla ele geçirmemiş, Kur’ân’la fethetmiştir. “Allah’ın yardımı (nasr) ve fetih geldiğinde” âyetinde nasr; Müslümanların Allah’ın yardımı ile düşmana galip gelmeleridir. Fetih (açmak) ise kale, şehir veya ülkeleri İslâm’a açmaktır. Allah Teâlâ’nın yardımı olmadan Fetih gerçekleşmez.
Bu âyetin ilk anlamı Allah’ın yardımı ile Mekke’nin fethedilmesi, İslâm’a açılması dir. Bilindiği üzere Kureyşliler, Hudeybiye barışının şartlarına uymadıkları için, Peygamberimiz (s.a.v.) onbin kişilik bir ordu ile Mekke’ye hareket etti. Mekke’ye girişte kan dökülmesini istemiyordu. İslam ordusu şehrin dört bir yanından merkeze doğru ilerledi. Şehir kolaylıkla teslim alındı. Herkes Kâbe’nin yakınlarında toplanmaya başladı. Peygamberimiz, devesi Kasvâ’nın üzerinde ilerliyordu. Kâbe’ye çok yakın bir yere geldiğinde, Allah’a saygısından başını önüne eğdi.Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Kâ’be’nin kapısında durdu ve şöyle dedi: “Allah’tan başka ilah yoktur. O, tektir. Vadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti, müşrik ordularını tek başına bozguna uğrattı..” Sonra da şöyle seslendi: “Ey Mekkeliler, size ne yapmamı bekliyorsunuz?” Mekkeliler: “İyilik… Sen iyilik yapan bir kardeşsin ve iyi bir insanın oğlusun...” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Haydi öyleyse, hepiniz serbestsiniz.” buyurarak onları affetti. Buna çok sevinen Mekkeliler, gruplar halinde Müslüman oldular.
Kâbe’nin çevresinde üç yüz altmış put bulunuyordu. Cebrail aleyhisselam Peygamber Efendimize: “Asân ile onlara dokun” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) elindeki asa ile putlara dokunurken: “Hakk geldi, bâtıl yok olup gitti!” (İsrâ, 81.) âyetini okuyordu. Böylece bütün putları yıktı. Öğle vakti girince Bilal’e, Kâbe’nin üzerinde ezan okumasını emretti. (Fahruddin Er-Râzi, Mefâtihu’l-Gayb, XXIII, 515-516.) Böylece Kâbe’nin fethi sayesinde İslam, bütün Arabistan’a ve dünyâya açılmıştır. Allah Teâlâ’nın yardım ve fethi, Mekke’nin fethi ile sınırlı değildir. Kıyâmete kadar kapılarının İslâm’a açıldığı her yer buna dahildir. Yardıma kendi açımızdan baktığımızda, Allah’ın bize maddî ve mânevî bütün yardımlarını “nasr (yardım)” kelimesi içinde düşünebiliriz. Yine Rabbimiz’in iyiliklerde, bir başka insanı İslâm’a kazanmada önümüzü açmasını ve gönlümüzdeki bütün açılımları da “fetih” kelimesi içinde değerlendirebiliriz. Buna göre “Allah’ın yardımı (nasr) ve fetih geldiğinde” âyeti, bize hayatımız boyunca Allah’ın yardımı ve fethi ile başarılar elde edeceğimizi hatırlatmalıdır.
İkinci âyette; “Ve insanları akın akın Allah’ın dinine girerken gördüğünde” buyrulmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v) İslâm’ı yaymak için çok çalıştı. Bütün zorluklara, işkencelere, hakaretlere rağmen yılmadı. Yirmi sene içinde mücâdelesi daha çok Mekkeli müşriklerle oldu. Bütün Arabistan işin sonunda ne olacağını merak ediyordu. Müşrikler “Mekkelileri Allah Teâlâ fil ordusundan korumuştu. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın korumasında olan Mekkelilere üstün gelirse o peygamberdir” diyorlardı. Yüce Allah Peygamberimiz’in canıyla, malıyla ve bütün imkânları ile çalışmasının bir sonucu olarak O’na yardım etti ve fetih nasib etti. Mekke fethedilince Araplar, Peygamberimiz’e Allah tarafından yardım edildiğine kesin olarak inandılar. Arabistan’ın her yerinden gruplar halinde gelerek, müslüman olmaya başladılar. Böylece Mekke’nin fethi, bütün fetihlerin anahtarı oldu.Rabbimiz insanların akın akın İslâm’a girdiği bu zamanda, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) nasıl bir tavır içerisinde olacağını üçüncü âyette açıklamıştır: “Rabbine hamd ederek O’nu tesbih et ve O’ndan af dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” Yüce Allah, bu âyette elde edilen başarı karşısında, Efendimiz’e (onun şahsında tüm Müslümanlara) bu başarıyı kendinden değil, Allah’tan bilmesini istemiştir. Yapılması gereken öncelikle hamd ile tesbih etmektir. Hamd Allah’ın, bütün güzellikleri, üstünlükleri ve iyilikleri karşısında O’nu övmektir. Hamd kısaca “Elhamdülillah” şeklinde söylenir. Hamd insana; diğer ibâdetler de insanın organlarına benzer. Bu açıdan hamdetmek ibâdetlerin başıdır. Peygamberimiz “Duanın en üstünü el-Hamdü lillah diye dua etmektir” buyurmuştur. (Tirmizî, Dua, 9.)
Tesbih ise, Allah’ın bütün eksikliklerden uzak olduğunu “Sübhânellah” şeklinde söylemektir. Allah Teâlâ’nın ilahlığına uygun düşmeyen bütün eksikliklerden uzak olması, O’nun her türlü güzellik ve iyiliklere sahip olması anlamına gelir. Tesbihin bir anlamı da namaz kılmaktır. Sahabiden Ebû Hureyre (r.a.) nasr sûresinin inişinden sonra, Peygamberimiz’in (s.a.v.) daha çok ibadet etmeye başladığını söylemiştir. Nasr Sûresi indirildikten sonra Peygamber Efendimiz, kıldığı namazların rükû ve secdelerinde sık sık şu duâyı yapmıştır. ”Allah’ım, Rabbim, Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın, mükemmelsin. Hamd (övgü) sanadır. Allah’ım beni bağışla.” (Buhârî,Ezân, 123, 129; c. XV, 339, nr. 4575-4576)
Üçüncü ayette; Son olarak Efendimize ve O’na iman eden herkese “istiğfar” etmeleri tavsiye edilmiştir. İstiğfar, Allah’tan af dilemek, O’ndan hatalarımızı bağışlamasını istemektir. İnsan bir hata işlediğinde yaptığı işin yanlışlığını fark edince, kalbinde bir üzüntü ve pişmanlık hisseder. Kusurlarını, günahlarının farkına vararak, tevbe etmeye ve af dilemeye de “istiğfar” denir. İstiğfarın en kısası “Esteğfirullah” Allah’ım! Sen’den af diliyorum, şeklinde yapılır. İstiğfar, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini coşturur. Kulu zorluklardan kurtarır. Âyetlerde bu husus şöyle ifâde edilir; “Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allâh onlara azâb etmeyecektir.” (Enfâl sûresi, 33) “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12.)
Peygamberimiz (s.a.v.): “Vallahi ben Allah’a günde yetmişten daha fazla istiğfar ediyorum” buyurmuştur. (Müslim., Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26) Yine “çok istiğfar eden kimseye, Allah Teâlâ her zor durumdan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu açar ve ona ummadığı yerden rızık verir” demiştir. (İbn Mâce, Edeb, 57) Ayrıca hadîs-i şerifte: “Kim yatağına girince üç defa; “Estağfirullâhe’l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve’l Hayyu’l-Kayyûm (Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah’tan bağışlanmamı dilerim)” derse, Allah günahlarını, deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar.” (Tirmizî, Deavât, 17.) buyrulmuştur.
Bir hadîs-i kudsîde ise, Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “… Ey Âdemoğlu! Senin günahın göğün bulutları kadar olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana yeryüzü dolusu hata ile gelsen, sonunda şirk koşmadan bana kavuşursan, seni yeryüzünün dolusu mağfiretimle (bağışlamamla) karşılarım.” (Tirmizi, Da’avat 106, nr. 3534)
Rasûlullah Efendimiz’in haber verdiğine göre; “İstiğfarın efendisi şöyle söylemendir
“Allâhümme ente Rabbî, Lâ İlâhe İllâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike me’steta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûü leke bi ni’metike aleyye ve ebûü bi zenbî fe’gfirlî fe innehû lâ yeğfiru’zzünûbe illâ ente”“Allah’ım! Sen Rabbimsin! Senden başka ilâh yok. Beni yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiğince senin sözün ve vaadin üzereyim. Yaptığım günahların kötülük ve zararlarından sana sığınırım. Verdiğin nimetleri minnetle anarım. Günahımı da itiraf ederim. Beni affet; çünkü günahlarımı sadece sen bağışlarsın.” Rasûlullah buyurdu ki “Kim bunları tam bir inançla, samîmî bir gönülle gündüz söyler ve o gün akşam olmadan ölürse, o Cennetliktir. Yine kim bunları gönülden inanarak, içtenlikle geceleyin söyler, sabaha ulaşamadan ölürse Cennetliktir.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvud, Edeb, 100-101)
Mekke’nin fethinde olduğu gibi Allah Teâlâ, günlük hayatımızda da bize yardım eder ve bizi başarıya ulaştırır. Bunları kendimizden bilmemeliyiz. Allah’ın ikrâmı olduğunu ve bizim hiçbir şeye gücümüzün yetmeyeceğini düşünmeliyiz. O’nu daha çok hamd ile tesbih etmeli, kusurlarımızdan dolayı istiğfarda bulunmalı ve alçak gönüllü olmalıyız. İç dünyadaki ve dış dünyadaki fetihleri kendinden bilenler, boş kibire kapılırlar, insanlara haksızlık ederler.
Üçüncü âyetin son kısmında Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden biri olan “et-Tevvâb” ismi geçmektedir. Tevvâb, tövbe kelimesinden bir isimdir. Tövbe ise, dönüş yapmak demektir. Bu isim hem insan için hem de Allah için kullanılır. İnsan için “tevvâb” denildiğinde çok tövbe eden, yani günah işlemeyi bırakıp Allah’a dönen demektir. Bu konuda âyette şöyle buyrulur: “Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.”(Bakara, 222.)
Tevbe, Allah’a dönüş demektir. Kişinin günahlardan sevaba dönüşü, kötülüklerden iyiliklere dönüşü, gafletten huzura dönüşü, Allah’tan başka her şeyden (mâsivâ) Allah’a dönüşü tevbenin mertebeleridir. Allah tevvâb olup, tevbeleri çokça kabul eden, kendine yönelen kuluna merhameti, affı ve lütuflarıyla dönendir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Allah sizden birinizin tevbe etmesine, birinizin kayıp hayvanını bulduğu vakit sevinmesinden daha çok sevinir” buyurmuştur. (Müslim, Kitabu’t-Tevbe, 87.) “et-Tevvâb” Allah’ın ismi olarak, kuluna gazab ile bakmaktan, rahmet ile bakmaya dönmesi demektir. Yüce Allah kulunun tövbesini kabul etmekle, onu cezalandırmaktan vazgeçip bağışlamaya ve affetmeye döner. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “…Ben tövbeleri çok kabul eden, çok merhametli olanım.” (Bakara sûresi, 160. âyet) Demek ki Allah Teâlâ kulunun tevbe etmesi için, ona defalarca imkân tanımaktadır. Kul, Rabbine pişmanlıkla dönerse, Allah da ona af ile döner. Yüce Allah’ın “et-Tevvâb” ismini kendine örnek alan kişi, çevresindeki insanların hatalarını affeder. Onları tekrar, tekrar bağışlar.
NASR SÛRESİ TEFEKKÜRÜ
a. Tahsîs Yöntemi
Yüce Allah’ın yardım ve fethine kavuşmak için, Peygamber Efendimiz gibi İslam uğrunda yılmadan çalışmalıyım. Allah Teâlâ bana insanları İslâm’a kazanmayı nasib edince de, bunu kendimden bilmemeliyim. Allah Teâlâ’yı hamd ile tesbih etmeli ve O’ndan af dilemeliyim. Çünkü Allah af dileyenlerin tövbelerini çokça kabul eder. Kendi hayatımda da, yaptığım iyi işlere kararlılıkla devam etmeliyim. Sonunda Allah’ın yardımı ile fethe, yani başarıya veya manevi açılımlara kavuşunca, bunları kendimden bilmemeliyim. Ben çalıştım kazandım dememeliyim. Ben çalıştım Allah verdi demeliyim, Rabbimi hamd ile tesbih etmeli ve O’ndan af dilemeliyim. Bu hal içinde olursam başarılarımdan dolayı kibre kapılma tehlikesinden kurtulurum. Rabbim’in isimlerinde olan “et-Tevvâb” ismi ile ahlaklanmalıyım. Nasıl Allah Teâlâ kullarını çokça affediyorsa, ben de gücüm yettiğince bana karşı yapılan hataları bağışlamalıyım. Bilmeliyim ki affedersem, affedilirim. Peygamber Efendimiz, Mekke’nin fethinde düşmanlarını affetmiş, onlar da Müslüman olmuştur. Yusuf peygamber de, kendisini kuyuya atarak öldürmek isteyen kardeşlerini affetmiştir. Affetmek, Allah ve peygamberlerinin ahlâkıdır. Ben de onlara benzemeye çalışmalıyım.
b. Mefhum-i Muhalif Yöntemi
Bazı Müslümanlar, hiçbir çalışma yapmadan Allah’ın yardımını beklerler. Bu durum buğday ekmeden, tarladan buğday bitmesini beklemek gibi, yanlıştır. Bazıları ise İslâm için nice çalışmalar yaparlar, sonunda Allah’ın yardımı ve fetih gelir. İnsanlar İslam ile buluşunca onlar, başarıyı kendilerinden bilirler. Kibire kapılır ve Allah’ı hamd ile tesbih etmezler. Hatalarını anlayıp, Allah’tan af da dilemezler. Onlar bu yanlış tutumu, dine büyük zararlar getirir. Kişinin kendisi açısından söyleyecek olursak, bazı insanlar yaptıkları çalışmaların ardından başarıya ulaşırlar. Makam, mal ve şöhret sahibi olurlar. Hâlbuki bütün bunları onlara Yüce Allah nasip etmiştir. Fakat onlar kendi çalışmaları ile kazandıklarını zannederek, kibirlenirler. Hâlbuki çalışmak insana, başarı ise Allah’a aittir. Onlar bu kibirlerinin sonucu olarak Allah’ı hamd ve tesbih ile öveceklerine, kendilerini ön plana çıkarırlar, kendilerini överler. Bu kötü durumlarının farkına vararak af da dilemezler. Yine onlar, Allah’ın affetmesini de kendilerine örnek almazlar. İnsanların hata işleyebileceklerini kabul etmezler. Hata yapanlara kin besleyerek onları ağır bir şekilde cezalandırırlar. Bunlar Allah Teâlâ’nın da cezalandıracakları insanlardır.
c. Duâ Yöntemi
Allah’ım! Beni Peygamber Efendimiz gibi, İslam yolunda çalışanlardan eyle. Hayatımda dâimâ yardımını ve fethini lutfeyle. Yardım ve fethin gelince, Seni hamd ile tesbih edenlerden ve Senden af dileyenlerden eyle. Rabbim! Kulların senden af dileyerek günahtan döndüğü zaman, sen de onları affederek onlara dönersin. Beni de insanların bana karşı yaptıkları kusurları affedebilen kişilerden eyle. Allah’ım! Beni hiçbir çalışma yapmadan, başarı bekleyen tembel müslümanlardan eyleme. Yardım ve fethinle hayatımdaki başarılarda, bunları kendimden bilmekten, kibire kapılmaktan ve kendimi övmekten Sana sığınırım. İnsanların bir kusuru olduğunda, onlara acımasız davranan ve çabucak ceza verenlerden eyleme.
Güncelleme Tarihi: 13 Ağustos 2021, 23:11