İstiğna

İSTİĞNA


 

Ashâb-ı Kirâm, her şeyini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret ettiği sıralarda Rasûlullâh S.A.V, Muhâcirlerden Abdurrahmân bin Avf ile Ensâr'dan Sa'd bin Rebi, (r.a) arasında kardeşlik kurmuştu. Sa'd bin Rebi Abdurrahman bin Avf'a:

Ben, mal bakımından Ensâr'ın en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım. İşte malım, buyur." dedi.

Abdurrahman bin Avf (r.a) ise bütün vücut bunlardan müstağni bir tavırla ona: ALLAH malını ve imkânlarını sana hayırlı ve mübârek eylesin kardeşim. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşının yolunu gösteriver, kâfi... dedi.

Abdurrahman bin Avf (r.a) çarşıya gidip ticârete başladı. Çok geçmeden epeyce bir kazanç sağladı ve ağniyâ-yı şâkirin (şükreden zenginler) zümresine dâhil oldu.

Aradan yıllar geçti ve mü'minler İslâm'ın güçlü ve ihtişâmlı devrini idrâk ettiler. Birgün iftar vaktinde Abdurrahman bin Avf (r.a) 'ın önüne, oğlu birkaç çeşit yemek koyduğunda, o bundan mahzûn olarak:

Mus'ab bin Umeyr Şehid olduğu zaman, cesedini örtecek bir kefen bulunamadı. Üzerine sarılan kefen kısa geldi; başı örtülse ayağı, ayağı örtülse başı açık kalıyordu. Sonunda kefenini başına doğru çektik ve ayaklarını da güzel kokulu bir ot ile örttük! Hz Hamza (r.a) Şehid olduğunda da, üzerini ihtiyar kadınların giydiği eski bir hırka ile örtmüşlerdi.

Bana ise, Cenâb-ı Hak dünyada bu kadar çok nimet bahşediyor. Acaba ukbâda tenkis mi edecek?! Acabâ âhiretteki hakkımı bu dünyada mı tüketiyorum? Yarın ALLAH'ın huzûrunda bu nimetlerin hesâbını nasıl vereceğim?! dedi ve yaşlı gözlerle sofrayı terk etti.

İşte İslâm büyüklerinin, Hak yolunda kalben sergiledikleri üstün bir kulluk ve dünyaya karşı alâkalarını aksettiren ne güzel bir zühd ve istiğnâ hâli. Zirâ onların âleminde zühd, ALLAH sevgi ve korkusu ile O'ndan başka her şeyin kalbde değerini yitirmesi, gönülde bir kıymet ifâde etmemesi; istiğnâ da, zühdün üst seviyesi olarak kalben yaşanmaktaydı.

Buna göre istiğnâ ham hüviyetten kurtulup kemâle eren sâlih ve sâdıkların sahip oldukları kalbi bir vasıftır. Gönül zenginliği ile elindekine kanaat ederek, daha fazlasına ve başkasının elindekine tenezzül etmemektir. Yine istiğnâ: Kanaat, bitmez tükenmez hazinedir. (Deylemi, Müsned, 4699) hadis-i şerifi mûcibince, kalbin Hak Teâlâ ile yakınlık neticesinde mânen zenginleşerek huzura ermesidir. Zirâ kanaatle zenginleşen bir kalb, dünyevi endişe ve korkulardan selâmet bulur. Rûh, sonsuzluğu idrâk eder ve böylece mü'minde fâni hazların câzibesi, ömrünü tüketir.

Bu hâli en güzel bir kemâlât ile yaşayarak kalben zirveleşen Hak dostlarının hayatları istiğnâ misâlleriyle doludur.

YORUM EKLE