Veysel Akkaya hocamızın Fil Sûresi Tefsiri

Veysel Akkaya hocamızın Fil Sûresi Tefsiri

Veysel Akkaya hocamızın Fil Sûresi Tefsiri

Veysel Akkaya Hocamızın Kısa Surelerin Tefsiri ve Tefekkürü konulu kitap çalışmasından başladığımız ikinci konu Fil Sûresi Tefsiri olacak. Hergün namazda okuduğumuz sureleri anlamlarını bilerek okumanın namazlarımıza ayrı bir fazilet katacağı şüphesiz. 

Fil Sûresi'de önce Rabbimiz her şeye Kadir olduğunu anlatmış. Kâbe’nin Allahü teala nın evi olduğu ve nasıl koruduğunu izah etmişler. Cami ve cemaatin öneminden bahsetmiş. Yasaklar zamanda olsak da caminin Allah’ın evi olduğunu, Mekke’ye gidemesek bile Cami ve Mescidler terk etmenin Allah'tan uzaklaşmak olduğunu beyan etmiş. Bu cuma gününde Rabbim bizleri Camilerden ve Namaz'dan ayırmasın. Beş vakit camiye giden kullarından eylesin. Aminn! 

FİL SURESİ MEALİ

Rahmân Rahîm Allah’ın adıyla

1. Rabbinin, fillerle Kâbe’ye saldıran o orduya ne yaptığını görmedin mi?

2. Onların hâince planlarını boşa çıkarmadı mı?

3. Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

4. Bu kuşlar onlara pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyorlardı.

5. Neticede Rabbin onları yenilmiş, çerçöp hâline gelmiş ekin yaprağına çevirdi.

“Fil sûresi”ne bu ismin verilmesinin sebebi, Allah Teâlâ’nın “Fil olayı” diye bilinen meşhur bir hadiseden bahsetmesidir. Mekke’de indirilen ondokuzuncu sûredir.

Sûrede anlatılan fil hadisesi şöyle olmuştur: Ebrehe, Habeşistan Krallığı’nın Yemen valisi idi. Milâdî 570 yıllarında San’a şehrinde, ‘Kulleys’ adı verilen muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Amacı, Kâbe ziyaretini azaltmak ve Arapların ziyaretlerini, yaptırmış olduğu bu Kiliseye çevirmekti. Bu duruma tepki gösteren bir adam, bir gece Kulleys’e girip içine pisledi. Bu hakarete çok öfkelenen Ebrehe, Kâbe’yi yıkmaya karar verdi. Büyük bir ordu hazırlayarak Mekke’nin üzerine yürüdü. İçinde pek çok filin bulunduğu, Ebrehe’nin bu ordusunun önünde, uğurlu saydığı büyük bir fil de vardı. Olayı haber alan Mekke halkı şehri boşaltıp dağlara çekildiler, merakla olacakları izlemeye başladılar. Kâbe’nin sahibinin onu koruyacağına gönülden inanıyorlardı. Ebrehe, gururla Mekke’ye doğru hareket etti. Kâbe görüldüğünde büyük fil yere çöktü. Onu kaldırmaya çalıştılar. Ne kadar uğraştılarsa da başaramadılar. Tam bu sırada, göğü bir karanlık kapladı. Allah Teâlâ binlerce kırlangıca benzer küçücük Ebabil kuşların, sürüler halinde göndermişti. Her kuşun gaga ve ayaklarında küçücük taşlar vardı. Kuşlar bu taşları atmaya başladılar. Taşlar, isabet ettiği kimselerin başından girip topuklarından çıkıyordu. Onları delik deşik ediyordu. Ordu Kâbe’ye hiçbir zarar veremeden perişan bir halde dağıldı. Böylece Allah, kendi evi Kâbe’yi zalimlerden korudu. Ebrehe aldığı yara ile kaçmaya çalıştı ama yolda öldü. Mekke’de gerçekleşen bu olay, Peygamber Efendimizin doğumundan 50-55 gün kadar önce oldu. Mekkeliler bu büyük olayın gerçekleştiği seneye “Fil Yılı” ismini verdiler. Allah Teâlâ bu olayı hatırlatıp, insanların ibret alması için Fil sûresini indirmiştir. (164) 

İlk âyette Peygamberimiz’e “Görmedin mi?” ifâdesi “kesin bir şekilde duymadın mı” anlamındadır. Ayrıca Fil sûresi indirildiğinde bu olayı gören birçok insan hâlâ hayattaydı. Yine ilk âyette geçen “Fil ordusuna” ifâdesi ile, fillerle gelen ordudan bahsedilmektedir. Bu ordunun kötü planı ise Kâbe’yi yıkarak kutsallığını ortadan kaldırmak, kendi dinlerini hâkim kılmak ve maddi imkânlara kavuşmaktı. Allah Teâlâ fil ordusunu cezalandırarak, Kâbe’nin kutsallığını insanlara bir kez daha göstermiştir.

Üçüncü âyetteki Ebâbil kelimesi ise, sürüler halinde gelen kuşları ifâde etmektedir. Bu kuşlar deniz tarafından, gagalarında nohut tanesi büyüklüğünde taşlarla gelmişler ve taşları âsîlerin üzerine bırakmışlardır. Allah Teâlâ bu sûrede Fil olayını hatırlatarak, insanlara öğütler vermiş ve bundan ders almalarını istemiştir. Kâbe kutsal evdir. O mübârek eve karşı kötülük yapmaya kalkılması gibi, yine onun gibi mübârek olan Kur’ân’a ve Peygamberimize, sâlih insanlara düşmanlık besleyenler, onlara karşı sinsi planlar yapanlar, İslâm’ı engellemeye çalışanlar, bu şekilde devam ederlerse, Allah Fil ordusunu cezâlandırdığı gibi onları da hakettikleri şekillerde cezâlandıracağını düşünebiliriz. Nitekim tarih boyunca bunun çok örnekleri görülmüştür.

164. Bkz., Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XIX, 347-348; Râzi, Mefâtihu’l-Gayb, XXIII, 413-414.

Mevlânâ Hazretleri fil olayı ile ilgili şunları söyler: “Bütün bilginler; “Zâlimlerin zulmü karanlık bir kuyudur.” demişlerdir. Her kim daha fazla zâlimse, kuyusu daha korkunçtur, daha karanlıktır. İlâhî adalet, betere beter ceza buyurmuştur. Ey zâlim... Sen, zulmünle bir kuyu kazmadasın ama, şunu bil ki: O kuyuyu kendin için kazıyorsun. İpek böceği gibi, kendi etrafını örme, kendin için bir kuyu kazacaksan bâri, boyuna göre kaz. Zayıfları kimsesiz sanma, Kur’ân’dan; “Allah’ın yardımı gelince” (165) sûresini oku. Sen fil bile olsan ve düşmanın senden ürküp kaçsa, “ebâbil kuşları cezâsı” seni de gelir bulur. Yeryüzünde bir zayıf, bir zavallı, Hak’tan yardım isteyecek olursa, gökyüzü ordusuna bir telaş düşer. (166) 

Burada şu kudsî hadisi hatırlamak gerekir. Allah Teâlâ: “Dostlarıma düşman olanlara, harb ilan ederim.” (167) buyurur. 

“Nebî ve velîye düşman olduğu için, halk kendi gözünü kör etmiştir. Kendi gözünü şaşı, kendi kulağını sağır etmiştir. Halkın nebîlere ve velîlere düşmanlık göstermesi, hintli bir kölenin, efendisine kin güderek, inadından kendisini öldürmesine benzer. O köle, efendisini kölesiz bırakmak için, kendisini damdan aşağı atar. Helak olup gider. Hasta, kendisini tedavi eden hekîme düşman olursa; çocuk, kendisini terbiye edene kin güderse, gerçekten de bunlar, kendi canlarına kast etmiş olurlar…Ey hakikati göremeyen, hasedi, çirkin huyu yüzünden nebîlere ve velîlere düşman olan kişi! Allah senin yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel, aklını başına al da, hem çirkin yüzlü, hem de çirkin huylu olma.” (168) 

165. Nasr, 1.

166. Mevlânâ, Mesnevî, I-II, 94-95.

167. Buhârî, Rikâk, 38.

168. Mevlânâ, Mesnevî, I-II, 318-319.

Kâbe ile kalp (gönül) arasında irtibat kurulmuştur. (169) Nasıl ki Kâbe âlemin merkezi ise, kalp de insanın merkezidir. Bir hadîs-i şerifte Allah Teâlâ’ın kulunun suret ve bedenine değil kalbine baktığını, ona değer verdiğini bildirilir. (170) Bunun için Kâbe’yi yıkmak ne kadar kötü ise bir kalbi kırmak, gönlü incitmek de o kadar kötü görülmüştür. Cihân bâğında ey âkil, budur makbûl-i ins ü cin; Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin!..

Kâbe’nin Allah katında değeri yücedir. Gönlünü Kâbe yapmış insanların da Allah katında kıymeti büyük olur. Bu sebeple gönül incitmekten uzak durmak, yüksek bir ahlâk sergilemektir. 

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil Yunus Emre (k.s.)

Kâbe yakınımızda değil. Ancak Kâbe’nin şûbesi olan câmilere yakınız. Peygamberimiz (s.a.v.) Kâbe’den ayrılmak zorunda kalınca, ilk işi bir mescid inşâ etmek olmuştur. Medine’de hayat mescid merkezli olmuştur. Biz de hayatımızın merkezine câmiyi almalıyız. Çünkü “Allah katında beldelerin en sevimli yerleri mescitlerdir...” (171) Ona ne kadar hizmet eder, değer verirsek, içerisinde ibâdet ve eğitim gibi faaliyetler yaparsak, Allah Teâlâ 

bize bereket ve güven ihsan eder. Cemaatle birlikte olanlar yalnızlıktan, güvensizlikten ve açlık felâketinden kurtulurlar.

169. Bkz., İrfan Gündüz, Beyt maddesi, DİA, cilt: 06; sayfa: 86.

170. Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9.

171. Müslim, Mesâcid 288; İbn Hibban, Sahih, III, 65.

Peygamberimiz cemâate devam hakkında şöyle buyurur: “Kim güzelce abdest alır ve sâdece namaz için câmiye giderse, oraya varıncaya kadar atmış olduğu her adıma karşılık bir derecesi yükselir ve bir günahı silinir.” (172) “…Cennetin ortasında olmak isteyen kimse, cemaate devam etsin…” (173) “…kişi Camiye girip, orada kaldığı sürece, hep namazdaymış gibi sevap kazanır. Oradan ayrılmadığı müddetçe melekler: “Allah’ım bunu bağışla, Allah’ım buna rahmet et’ diyerek dua ve istiğfar ederler.” (174) 

172. Ebû Davud, Salât, 8

173. Tirmizi, Fiten, 7/2165.

174. Buharî, Ezan, 30.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER