EĞİTİM SİSTEMİMİZİ NİÇİN MİLLİLEŞTİRMELİYİZ?
Prof. Dr. Ömer ÖZYILMAZ
Önceki dört yazımızda eğitimin temel felsefesini (dünya görüşünü), buna bağlı olarak eğitim felsefesini, insan felsefesini ve epistemolojiyi kısaca incelemiş olduk
O çalışmalardaki bilgilerden şu ilkelere ulaşırız:
Eğitim sistemleri, yansız/tarafsız olmazlar, boşlukta da kurulmazlar. Onlar muhakkak bir inanç, dünya görüşü ve hayat felsefesine dayanırlar. Halk bunun farkına varamasa dahi bu, kesin bir gerçektir.
Dolayısıyla eğitim sistemleri, muhakkak ya başka milletlerin dünya görüşlerine ve medeniyetlerine; ya da kendi inançları, tarihleri ve dünya görüşlerine göre kurulurlar.
Şu kesindir ki, kendilerine zıt başka milletlerin ya da medeniyetlerin dünya görüşü, eğitim felsefesi, insan felsefesi ve epistemolojisinin hâkim olduğu ya da ona göre eğitim sistemlerinin kurulduğu bir ülkede;
* Yereli, ulusalı ve evrenseli kucaklayabilecek milli bir eğitimden söz edilemez.
* O ülkede, eğitim sisteminin yetiştirdiği öğrenciler, yerli ve milli olamazlar, gayr-i milli olmaya mahkûm olurlar. Anne-babaları, onların milli duygularla yetiştirilmesini istese de.
* O ülkede akademik hayat bilim üretmez, aksine başkalarını, özellikle de ülkelerine hakim olan dünya görüşünün sahiplerini taklit eder, onların taklitçisi olur ve onların ürettiklerini hep tüketirler. Bilim ve teknolojinin hep dışarıdan gelmesini beklerler. Çünkü taklitçiler, hiçbir zaman üretken bir kafaya sahip olamazlar ve üretemezler.
* O ülkede insanların öz-güvenleri ve öz-yeterlik duyguları gelişemez, özgün/kendileri olamazlar, kendilerine hedef koyamazlar; hep başkaları olurlar, başkalarının hedeflerine göre yaşarlar, çünkü onların beyinleri, oraya hakim olanlar tarafından o şekilde resetlenmiştir.
* O millet, uzun süre varlığını devam ettiremez. Milletler için çok uzun bir zaman dilimi olmayan belli bir süre (bir iki asır) içerisinde, insanlar mankurtlaşarak başkalaşmağa başlarlar.
* O milletin içinde, çok düşük karakterli insanlar yani başkalarının, özellikle de emperyalistlerin ‘gözü’, ‘kulağı’, ‘eli’, ‘ayağı’ olabilecek casusları çok olur.
Bunlar, bir millet ve bir memleket için olabilecek en büyük felakettir.
Buna karşın dünya görüşleri, eğitim felsefeleri, insan felsefeleri ve epistemolojileri, dünyayla ve dünyadaki eğitim sistemleriyle irtibatlı olmak şartıyla, milletin kendi inancı, tarihi ve kültüründen süzülüp çıkarılmış ve eğitim sistemi de ona göre kurulmuşsa,
* O ülkenin eğitimi, evrenseli de kucaklayan ‘yerli’ ve milli bir eğitim’ olur.
* Üretilen bilimsel ürünler ve yetiştirilen öğrenciler yerli ve milli olur. O millet kısa zamanda şahlanır ve hızlı bir şekilde manen ve maddeten kalkınır.
* Öz-güven ve öz-yeterlik sahibi insanlar olarak hayata bakar ve öylece atılırlar,
* Orada insanlar, kendileri olurlar, özgün olurlar ve üretken olurlar,
* Kendilerine, toplumlarına ve ülkelerine yönelik bir vizyon belirlerler ve onu gerçekleştirmek için bütün güçleriyle çalışırlar,
* Kendilerini, eğitim sistemlerini ve özellikle ülkelerini geliştirme çabası içerisine girmeyi hayatlarının gayesi haline getirirler.
Orada insanlar inançları, dünya görüşleri, milletleri ve ülkeleri için her şeylerini, gerekirse canlarını da severek feda ederler.
Yaklaşık 150 yıldan beri ülkemizde inkarcı, emperyalist, materyalist ve sömürgeci Batı dünya görüşü, eğitim felsefesi, insan felsefesi ve epistemolojisine göre eğitim sistemimiz kurulmuş ve işlemektedir. Doğal olarak bu eğitim sisteminin yetiştirdiği insanların çok büyük bir çoğunluğu, batıcı/batı taklitçisi olarak yetiştirilmektedir. Eğer aile yapımız ve ‘biz’ duygusuyla hareket eden sosyal ve siyasal oluşumlar olmasaydı, bugün çok daha kötü durumda olabilirdik.
Onun için bizde, özgün eserler fazla üretilemez, genelde başkalarının, özellikle de Avrupalıların ürettikleri, gözü kapalı olarak alınır ve taklit edilir.
O yüzden kendimiz olamıyoruz, özgün olamıyoruz, o yüzden üretken olamıyoruz, o yüzden yerli ve milli olamıyoruz. Hatta o yüzden hainlerimiz çok fazla oluyor.
Bu bağlamda son olarak şunu arz edeyim ki,
* Ülkesinde kendi dünya görüşlerine göre eğitim felsefesi, insan felsefesi, epistemoloji, müfredat (eğitim programı), içerik, yöntem ve eğitimin diğer konularını düzenleyemeyenlerin, eğitim sistemlerine başkaları hakim olur. O zaman:
a- O ülkenin insan kaynakları, eğitimi, sanat, edebiyat, mimari, kültür ve yaşam biçimleri başta olmak üzere, bütün kaynakları başkalarının eline geçer.
b- Bir ülke, her şeyini kaybetse, kendi eğitim felsefesi, insan felsefesi, epistemolojisinden oluşan eğitim sistemiyle, uzunca bir süre mücadeleden sonra hepsini ve daha fazlasını geri alabilir.
c- Ancak eğitim sistemi (eğitim felsefesi, insan felsefesi, epistemolojisi) başkalarının eline geçmiş olan ülkeler, kısa bir süre içerisinde sanat, edebiyat, mimari, kültür ve yaşam biçimleri başta olmak üzere, her şeylerini kaybederler. Başkalaşmağa başlarlar.
Bugün Millet olarak şu gerçeklerle karşı karşıyayız:
Millet olarak biz, Batı’dan bağımsız ama onunla yarışacak, kendimize ait bir eğitim felsefesi, insan felsefesi ve epistemoloji geliştirip, kendi paradigmalarımızı oluşturamazsak,
Kendi paradigmalarımıza göre, dünya ile boy ölçüşecek şekilde yeniden bilimleri ve teknolojisini üretemez ve onunla eğitim sistemimizi kurup, Avrupa ile yarışamazsak,
1- Dün olduğu gibi, bugün ve gelecekte de Batı (Avrupa) İdeolojisinin bir yedeği, tutsağı ve onun bir uzantısı olarak kalmağa mahkum oluruz.
2- Eğitim sistemimizi Millileştirmemiz, hiç mümkün olamaz. Eğitimin yerli ve milli olmasıyla ilgili olarak söylenecek bütün sözler de boş sözler olmağa mahkûm olur.
3- Bizde ve dünyanın herhangi bir yerinde, İslam Medeniyetini kurma ve geliştirme düşüncesinin artık pek bir anlamı ve pratiği olamaz.
Zira temelinde, kendi perspektifinden üretilmiş epistemoloji ve onun desteğinde oluşturulmuş bilim ve teknoloji olursa, ancak bir medeniyet kurulur ve geliştirilir.
Güncelleme Tarihi: 19 Eylül 2021, 15:50